Bana en çok hangi tatlıları sevdiğimi sormuş olsanız, sayacağım ilk üç tatlıdan biri muhakkak ki aşure olurdu. Çocukluk zamanımda mahalle komşularımızla aynı kaseye kaşık sallayarak yediğimiz tadına doyum olmaz aşureler ise, hatırımda kalan en güzel ve en tatlı aşurelerdi...
Aşure pişiren komşu teyzelerin sabahın erken saatlerinde bahçe kapısından "Komşuu! Aşure pişirdim, hadi buyrun bize gelin" diye seslenişlerini ve bu davet üzerine gittiğimiz evlerde komşularımızla birlikte yediğimiz, üstü susam ve narla kaplı sıcacık aşureleri nasıl unutabilirim ki...
O zamanlar aşureler herkese ayrı ayrı kaselerde ikram edilmez, büyükçe bir kaseye doldurulan aşure aynı sofrada beraberce yenilirdi.
Aşure sahibinin evindeki kaşıkların yetmediğinden midir nedendir bilinmez, kaşıklarımızı da evlerimizden götürürdük.
Aşure evinde komşularımızla birlikte yediğimiz aşureler yetmezmiş gibi, yanımızda getirdiğimiz kaselere doldurulan aşureleri de alıp evlerimize dönerdik...
Ne yalan söyliyeyim, ben küçükken aşurenin sadece yılın belli zamanlarında pişirilip yenilen bir tatlı olduğunu zannederdim.
Çok sonraları öğrendim ki, aşure sadece bir tatlı değil, salt bir tatlı olmanın çok ötesinde derin anlamları olan özel bir yiyecekti...
Aşurenin paylaşılma gibi bir ritüeli de vardır. Pişirilen her aşure mutlaka başkalarıyla paylaşılır ki, böylesi bir özelliğe sadece birkaç yiyecekte rastlanır...
Bolluk ve bereketin simgesi olan aşure, bizi bencillikten ve bireycilikten uzaklaştırıp birlik, beraberlik, kardeşlik ve dayanışma duygularımızın güçlenmesine sebep olur. Manevi, sosyal ve kültürel boyutuyla geleneksel bir tatlıdan çok daha fazlası olan aşure, sadece bu yönleriyle bile gerçekten eşsiz bir tatlı olmayı hak eder...
Köken olarak Arapça 'aşara' kelimesinden gelen ve sözlük anlamıyla 'onuncu' demek olan aşure, hicri takvimin birinci ayı olan Muharrem ayının onuncu gününde pişirilen geleneksel bir tatlının adıdır.
Yaygın rivayete göre, Nuh peygamber Büyük Tufan'dan Muharrem ayının onuncu günü kurtularak karaya ayak bastığında, erzak çuvallarının dibinde kalan yiyecekler tek bir kazanda birleştirilerek yemek yapılmış ve bu yemek açlıklarını gidersinler diye gemidekilere dağıtılmış.
İşte adını bu hadiseden alan aşure, Nuh Peygamberle ilişkisi sebebiyle de bazı yabancı kaynaklarda 'Nuh’un tatlısı' olarak ifade edilir...
Bir başka rivayete göre ise aşure, Allah'ın aynı gün 10 peygamberine 10 değişik ikram ve ihsanda bulunması sebebiyle bu adla anılmaktadır.
Bahsi geçen Peygamberlere aşure günü yapılan ihsan ve ikramlar değişik kaynaklarda belirtildiği üzere şu şekildedir:
1. Hz. Musa'nın firavunun zulmünden kurtarılması.
2. Hz. Nuh'un gemisinin Cudi dağına oturması.
3. Hz. Yunus'un balığın karnından kurtulması.
4. Hz. Adem'in tövbesinin kabul edilmesi.
5. Hz. Yusuf'un kuyudan çıkarılması.
6. Hz. İsa o gün dünyaya gelmiş ve o gün semaya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davut'un tövbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakup'un kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyüp hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur...
Bazı rivayetlerde kainatın yaratıldığı gün olduğu da söylenen aşure günü, tıpkı Müslümanlar için olduğu gibi, ehli kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes bir gün sayılmaktadır.
Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin'in kerbelada şehit edildiği güne denk gelen bu gün Müslümanlar için hem yad ve yas günü, hem de bol bol ibadet ve hayır işleriyle meşgul olna günüdür. Belirtmek istediğim önemli husus, aşurenin bir yönüyle taziye yemeği olduğunun asla unutulmaması gerektiğidir...
Birlik, beraberlik, kardeşlik ve dayanışmanın en çok ihtiyaç duyulduğu bu günlerde, bereket ve bolluğun habercisi olan Muharrem Ayının ve Aşure Gününün bütün insanlık için hayırlar getirmisini niyaz eder, esenlikler dilerim...