Hayatım boyunca hep anlatmaya çalıştım.

Her kelime, her cümle bir köprüydü karşı tarafa uzanan; fakat ne zaman köprü tamamlansa, orta yerinde yıkıldı.

Belki de ben, yanlış insanlara anlatmaya çalıştım kendimi.

Belki de kelimelerim onlar için fazlasıyla ağır ya da anlamsız geldi.


Bir yerde okumuştum: "İnsan, en çok kendisini anlatmak istediği zaman yalnızlaşır." Galiba benim de yalnızlığım böyle başladı. Kalabalıkların içinde kaybolan bir ruh gibi, bağırmadan fısıldayan bir ses gibi...

Beni kimseler anlayamadı. Yüreğimi açıp göstermek istesem, ya hafif bir tebessümle geçiştirdiler ya da ciddiye almadılar.


Oysa insan, yalnızca kelimelerle anlatmaz kendini.

Gözleri konuşur, suskunlukları haykırır, sessizliklerinde yankılanır o derin anlamlar. Benim sessizliklerimi de görmediler.

Gözlerimin anlatmaya çalıştıklarını da anlamadılar.


Anlatamadıkça uzaklaştım. Uzaklaştıkça daha çok anladım; insanı anlamak istemeyen birine ne kadar anlatırsan anlat, o yalnızca duymak istediğini duyar.

Ve beni, yalnızca sustuğumda fark ettiler.


Ama bu da bir zaferdi belki: Anlaşılmamış olmak, herkese benzememekti.

Benim dünyam, kendi kelimelerimle güzeldi. Beni kimseler anlamasa da ben kendimi anlamaya çalıştım.

Belki bir gün, bir yerlerde aynı dili konuştuğum bir ruh karşıma çıkar.

Ama o güne kadar, kendi içimde huzurluyum.
Beni kimseler anlayamadı, ama ben, kendimi anlatmaktan hiç vazgeçmedim.