Okuyucularla birlikte bu yazıda zamanda yolculuk yapalım istiyorum. Bu yolculuğa yaşı yetmeyenlerde büyükleriyle konuşup benim anlattıklarımı teyit edebilirler.

Günümüzde evde bilgisayarı ya da telefonuyla oyun oynayıp sokağa çıkmayan çocuklarımıza kızıyoruz. Burada anlatacağım hakikatleri seksen öncesinde doğan herkes, kıyısından köşesinden yaşamışlardır.

Geçmişte telefon ve bilgisayar yoktu. Çocuklar ise o günlerde zamanlarının büyük bir çoğunluğunu sokaklarda geçirirlerdi. Erkek çocuklar için her mahallede bir çınar altı top sahası bulunabilirdi.

Sokaklarla ilk tanışma neredeyse bebeklik dönemlerine kadar uzanırdı. Şöyle ki o günlerin anneleri bahçeye çıkar, örgü örerlerdi. Onların bahçede olduğunu gören diğer komşular da örgülerini alır gelirlerdi. Bu bazen sizin bahçenizde, bazense başka bir bahçe sınırlarında olabilirdi.

Bu toplaşmalarda illa komşulardan birinin de çocuğu olurdu. Böylelikle henüz yürümeyi bilmeden, belki emeklerken, belki de taytay yürürken, hatta mevsim müsaitse çok daha öncesinde sokakla tanışmak mümkün olurdu.

Anne için çocuk büyütürken en önemli olan ilk çocuğu büyütmekti. Çünkü ikinci çocuğu büyütme görevi büyük ölçüde abla ya da abiye devredilirdi.

Biraz büyüdüğümüzde yaz aylarında sokağa çıkma anne yanında olmaktan çıkardı. Ancak bir altın kural vardı. Dışarıya çıkabilmek için gölge düşmeliydi. Gölgeyi görür görmez, önce gölgelik alanlarda oyunlar kurulmaya başlanırdı. Ancak çocuk küçücük yerlere sığmazdı ki. Her saniye anneyi zorlayıp daha uzak mesafelere açılmalıydı. Bisiklet mesafeleri genişletmenin altın sırrı gibiydi. O dönemler bugüne göre çok daha sıcak günler yaşanmaktaydı. Bu nedenle çocuğun daha uzaklara gidebilmesi için gölgenin biraz daha büyümeli, serinlik gelmesi gerekirdi. Yine de bir çocuk olarak sınırları genişletmek 10 dakika bile

Erken olsa bu kar sayılırdı. İzni koparan çocuğun görevi ise diğer izin alamayan çocukları kışkırtmak ve izin almalarını kolaylaştırmaktı.

Bu da arkadaşlarının evlerinin önünden geçerken gürültü yapmakla sağlanabilirdi. Çünkü arkadaşına seslenip hadi gel demek sopalık bir suçtu. Öyleyse bisikletin zilini çalmalı, fren basıp bisikletinin arkasını  attırmalı ve çeşitli sesler çıkarıp arkadaşlarının sesini duymasını sağlamalıydı.

Senin sokağa çıktığını gören arkadaşlarının artık annesini yiyip sokağa çıkmak için izin isterken elinde bir kozu vardı. Bak Gökhan’ın annesi izin vermiş. Sen neden vermiyorsun diyebilecekti.

Böylelikle bisiklet ile başlayan arkadaş toplama işi kısa süre sonra bisikletlerin kenara koyulup yeni oyunların kurulmasıyla devam ederdi.

***

Yazma amacım bu olmadığı için daha fazla anlatmayacağım. Bütün bunları çocukların geçmişte ne kadar erken sosyalleştiklerine işaret edebilmek için anlattım.

O günlerde çok koşan, yerlerinde duramayan çocuklar da olurdu. En nihayetinde her çocuk yorulur!!! Bu çocuklarda bir zaman sonra yorulur, akşam eve girdiklerinde yemeklerini zor yer, uykuya yenik düşerlerdi. Bu çocuklara şimdilerde hiperaktif çocuklar denildiğini ve ilaç verilip sakinleştirildiklerini değerlendiriyorum.

***

Şimdilerde ise çocukların sosyalleşmesi ender bazı zaman ev oturmasına gelen misafir çocuklarını saymazsak neredeyse ilk okul yıllarında gerçekleşiyor. Daha öncesinde çocuğun sosyalleşmesi, ailenin çocukları için para harcaması ve yuvaya (Kreş) göndermesiyle mümkün olabiliyor.

Eski ve yeni birbirinden tam olarak kopamadığı için sözgelimi 4 yaşında çocuğunu yuvaya gönderen aile ise adeta ayıplanıyor. Bir çocuğa bakamadı şeklinde ayıplanıyor. Oysa günümüz çocuğunun ne yazık ki başka bir çocukla oyun oynama yolu pek ender bulunabiliyor.

***

Ve…

***

Çocuk tabletle tanışıyor. Önce ebeveyn kontrolünde izlenen videolarla… Sonra çocuk yeniden sınırlarını genişletiyor ve parmaklarıyla dokunup kendi videolarını seçiyor. Ardından tableti eline alıyor.

Çocuk için sınırlar daima genişletilmelidir. Açılabildiği kadar uzaklara açılmalıdır. Pek yakında videolardan oyun kurmayı öğrenecek ve oyun dünyasına yelken açıp daha açık denizlere açılacaktır.

Burada sözünü ettiğim açık deniz aslında internet. Çünkü internette tıpkı Dünya gibidir. Dereleri, gölleri, denizleri ve okyanusları vardır. Ve açıldığınız her yeni denizle kaybolmaya başlarsınız.

Fakat çocuklara kızmalı mı?

Her mahalledeki çınar ağaçlarını biz kesmedik mi? Bahçeli evleri çok katlı binalara biz dönüştürmedik mi? Öyleyse çocuklara çıkacak bir bahçe bırakmayan, top koşturacak çayırları yok eden biz değil miyiz?

***

İşte bu koşullarda evlerin içerisine kapanan ve neredeyse 15 yaşını aşmadan dışarıya çıkamayan çocukların bir nefes alması ve bahçeye çıkması gerekiyordu. Onlarda çıkamadıkları bahçeler yerine, kendi bahçelerini inşa ettiler.

Oyunların içerisinde tanıştılar, arkadaş edindiler. Oyunların içerisinde randevulaştılar. Bir oyunda tanıştıkları arkadaşlarıyla birlikte, başka bir oyunu birlikte kurup yeni dostluklara geçtiler. Bazen yazdılar, bazen konuştular.

Şimdi kızıyoruz. Oysa ne vakit tablet tutan elllerin şimdi telefon tutmaya başladığının bile farkında değiliz. Her saniye yeni bir tavizle okyanusa açılmış çocuğa;

-  Az o telefonu bırak, sohbete katıl da yüzünü görelim.

Diyoruz demesine ama aslında gün geçtikçe gencinden yaşlısına toplumun bağımlı hale geldiğini söylerken, kendimizin de burada olduğunun farkına varamıyoruz.

Bu durmayacak gibi görünüyor. Pek yakında herkes bu dijitalleşme hızıyla beş duyusunu kullanmadan

Dijital dünyanın içerisinde yerini alacak. Şimdilik çocuk ve yeni sosyal bahçe çerçevesinde kalalım. Ancak insanın dijitalleşmesi konusunu da anlatmak gerektiği pek açık.