Gün boyu sosyal medyaya girdiğimizde, TV’lerimizi açtığımızda okuduklarımız, izlediklerimiz, duyduklarımız adeta insanı dehşete düşürüyor, vicdanları yaralıyor ve üzüntülere gark ediyor.
Bakıyorsun bir yanda peygamber ocağı diye gönderdiğimiz, davul zurna eşliğinde güle oynaya uğurladığımız askerlerimiz ile ilgili şehit haberleri yüreğimizi dağlıyor, üstelik ortada bir savaş yokken...
Bir yanda çıkan yangınlar ve bu yangınlarda yanan ormanlarımız, yeşilimiz, ormanlarda yaşayan binlerce canlı ve bu yangınları söndürmeye çalışırken canından olan insanlarımız.
Bir yanda meydana gelen trafik kazalarında yaralanan, sakat kalan veyitirilen binlerce hayat. Yetmiyor başta kadınlarımızın maruz kaldığı cinayet haberleri. Birde iş kazaları var ki her yıl yüzlerce işçimiz hayatını kaybediyor.
Bir yanda maden ocaklarında göçük altında kalarak can veren, ocakları sönen vatandaşlarımız. Dahası dünyanın en çok depremlere sahne olan ülkelerde bile çok az sayıda yaralanma ve ölüm olayları yaşanılırken, maalesef ülkemizde meydana gelen depremlerde binlerce insanımızı kaybediyoruz.
Yine sel ve toprak kayması yaşanılan yerlerde çok sayıda insanımızı kaybediyoruz.
En basit bir sebepten dolayı acımasızca dövülen, öldürülen insanlarımız ile ilgili üzücü haberleri görmekten içimiz parçalanıyor, yüzümüz hem utanıyor hem de gülmüyor.
Peki ama bütün bu öfke, kin, nefret, acımazsızlık, vurdumduymazlık, aymazlık, basiretsizlik, sorumsuzluk niye?
Yoksa bizim ülkemiz de insan hayatı bu kadar ucuz mu?
Yaşanılan bütün bu suçlar ve sorunlar insan aklına şu soruları getiriyor.
Bu ölümler, suçlar, sorunlar neden artarak devam ediyor?
Peki ne yapmak lazım, bu sorunlarla, suçlarla nasıl baş edebiliriz?
Bütün bu suç ve sorunların meydana gelmesi, ardı arkası kesilmeden artarak devam etmesinin başında sorumsuzca davranışlarımız olmak üzere çok sayıda sebep var ama bana göre de önemli iki sebep bulunmaktadır.
Birincisi; yasalarımız var ama uygulama ve yaptırım konusunda bir yetersizlik söz konusudur.
İkincisi ise okumadan hoşlanmayan, okumadan nefret eden bir topluma dönüşmüş olmamızdır.
Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki yasalarımız her konuda var ve yeterlidir.
Avrupa ülkelerinde ki yasaların aynısı. Ama bu yasalar Avrupa'da uygulanırken hiç ödün verilmiyor.
Polise telefon açıldığında hemen koşuluyor ve gereken hemen uygulanıyor. Avrupa’da bırakın suç işlemeyi yerlere bir çöp atarken iki kere düşünmek gerekiyor.
Bu demek değil ki bu ülkelerde hiç suç işlenmiyor.
Tabiki işleniyor ama bu sayısal oran bizim ülkemize göre çok daha azdır.
Ülkemizde ise ne yazık ki yasalarımız yeterli ama iş yaptırıma, uygulamaya gelince hâkimden hâkime, mahkemeden mahkemeye değişiyor.
Öyle ki basit bir suçtan kimileri hapis yatarken diğer yandan ağır suç işleyen birileri elini kolunu sallaya sallaya dolaşabiliyor.
İşte asıl sıkıntı burada başlıyor. Yargıya güven azalıyor ve suçlar artıyor. Çünkü herkes kendi işini kendisi yapmaya kalkıyor. Hâkimde, savcıda kendisi olmaya kalkışıyor.
Unutulmamalı ki ülkemiz demokratik bir ülke ve kanunlarla yönetilir.
Kanunlar önünde bütün vatandaşlar eşit sayılır. Kimsenin kendini hâkim, savcı yerine koyma hakkı yoktur.
Ancak güvenlik güçlerimizin de bunların yaşanmaması için görevlerinde daha etkin olmaları gerekmez mi?
İkinci önemli husus ise; Okuyan, okumayı seven, soran, sorgulayan, araştıran, bilgili bir toplum olmamız, cehaletten arınmamız gerekir.
Yapılan İstatistiklere bakıldığında, kitap okuyan toplumların eğitim, kültürve ekonomi seviyelerinin, gelişmişlik düzeylerinin, okuma oranı düşük olanlaragöre çok daha ileri düzeyde olduğu görülmektedir.
Toplumsal huzuru bozan kavga, hırsızlık, anlaşmazlık, taciz, cinayet vb. sorunların ve suçların oranı kitap okumayı alışkanlık haline getirmiş toplumlardaçok daha az olurken, kitap okuma oranı düşük olan ülkelerde ise bu oran daha yüksek seviyelerdedir.
Dolayısıyla toplumsal huzuru bozan sorunların en aza indirgenmesi, ülkelerin büyümesi ve gelişmesi, sosyal ve kül türel seviyelerinin yükselmesi;Çocukların, gençlerin, yedi den yetmişe her bir vatandaşın daha çok okumasına bağlıdır.
TÜİK (2023) verilerine göre yüzde yetmiş beşimiz okumuyoruz. Yüzde on dokuzumuz okumadan nefret ediyoruz. Nüfusumuzun ancak yüzde 1,5 u düzenli kitap okuyor.
Bu oranları tersine dönüştürebilirsek, yasalarımızı daha verimli uygulayabilirsek, insanlarımıza okuma kültürü kazandırabilirsek ülkemize musallat olan, daha doğrusu musallat ettiğimiz bu suç ve sorunları en aza indirgenmiş olmayı başaracağımıza inancım tam ve sonsuzdur.
Aksi takdirdeinsan hayatı her zaman ucuz olmaya devam edecektir.
Cengiz Ceylan
Eğitimci Yazar