03 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçim ile Türkiye belli belirsiz iki partili sisteme geçiş yapmıştı, O seçimi hatırlayanlar vardır, Sandıklar açıldığında AK Parti tek başına iktidara gelirken CHP’de tek başına muhalefet partisi olarak TBMM’deki yerini aldı.
O tarihten sonra yapılan seçimler sürekli AK Partinin birinci çıkması ile neticelense de herkesin kabul edeceği gibi AK Parti her seçimden 03 Kasım 2002’ye göre daha az milletvekili ile yola devam etti.
2018 yılında hayatımıza giren “Cumhurbaşkanlığı hükmet sistemi” gereği seçilecek olan Cumhurbaşkanının 50 artı bir oy alması gerektiğinden var olan siyasi partiler en fazla oyalan iki partinin bünyesine siyaset yapmak durumunda kaldı.
Türkiye’de 2018 yılına kadarda kutuplaşma vardı ancak söz konusu Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sonrasına var olan kutuplaşma olağanüstü boyutlara kadar ulaşmış oldu.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gereğince kabul etmek gerekir ki Türkiye siyaseten tam anlamı ile ikiye bölünmüş oldu, Muhalefette kalan partiler “bizde Türkiye’nin yarısını temsil ediyoruz” deseler de iktidar “ Bu sistemde esas olan 50 artı bir’dir, dolayısı ile sizin değil bizim dediğimiz olur” diyerek siyaset yapmaya başlandı.
Ülke nüfusunun siyaseten tam olarak ikiye bölünmesi ister istemez her iki tarafında kendi oy potansiyelini koruması gereğini ortaya çıkardı, Bu durumun farkına varan taraflar karşı tarafı bırakıp bir şekilde kendi seçmen kitlesini konsolide etme yoluna gittiler.
Hal böyle olunca ikiye bölünmüş seçmen oy verdiği yada mensubu olduğu siyasi görüşün temsilcilerinin ne dediğine bakarak yoluna devam ediyor, Gönül verdiği siyasi organizasyonların yörüngesinde yayın yapan medya kuruluşlarındaki yorumcuların, yazarların dediğinden başka hiçbir fikri kabul etmeyen milyonlarca insan ister istemez birbirine yabancılaşmış oldu.
Dikkat edin bizim ülkemizde artık ara renkler kalmadı, Siyasi parti sözcülerini dinleyen geniş kitleler meselelere sadece “siyah” yada “beyaz” noktasından bakıyor başka hiçbir gerçeğe inanmıyorlar inanmak istemiyorlar.
Böyle bir noktada artık kimin haklı kimin haksız olduğundan daha ziyade kimin fazla bağırdığının kimin gündem teşkil edecek söylemleri daha geniş bir çerçevede anlattığına bakıyor.
Söz konusu kutuplaşmanın hiç kimseye faydası yok.
İktidara da yok muhalefete de yok.
Ancak 85 milyon vatandaşın can ve mal güvenliğinden sorumlu iktidarın hemen her hadisede işi kutuplaşmaya götüreceğine toplumun tamamını kapsayacak argümanlar geliştirmesi, Vatandaşın hayatını kolaylaştırıcı, ufkunu açacak çalışmalar yapması herkesin temel beklentisi.
85 milyon Türk insanını kutuplaşmanın gölgesine hapsetmek kısa vadede siyasetçiye fayda sağlayabilir.
Ancak uzun vadede vereceği tahribatın derecesini ölçmek bile imkansız.
Halk kutuplaşmadan yorgun düşmüş durumda.