Biz bu sütunlarda zaman zaman “Türkiye’de aldığımız nefes, sahip olduğumuz meslek, yediğimiz ekmek, içtiğimiz su siyasettir, siyasetin insan hayatında bu kadar egemen olduğu başka bir ülke varmıdır?” diye yazar ve bu soruya cevap ararız.

86 milyon nüfusun ve yaklaşık 65 milyon civarında seçmenin bulunduğu bir ülkede vatandaşın siyaset ile iştigal etmesi bir noktadan sonra keyfiyet noktasından uzaklaşıyor ve bir mecburiyet haline geliyor.

Son başbakan Binali Yıldırım ile sona eren parlamenter sistem uyarınca bilindiği gibi vatandaş siyasi partilerden aday olan milletvekillerini seçiyor, seçilen milletvekilleri de bir başbakan tayin ediyor eğer o döneme denk gelmişse parlamento içerisinden yada dışarısından bir isim TBMM tarafından Cumhurbaşkanı olarak seçiliyordu.

2018 yılından itibaren başbakanlık müessesesi ortadan kalkıp bütün sorumluluk halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanına kalınca hem siyasi yapı hemde toplumun siyaset yapma anlayışı değişti.

Parlamenter sistemde bilindiği gibi 50 artı bir oya ihtiyaç olmadığından daha ılımlı bir siyaset yapılıyor hem partiler seçmenler birbirlerine karşı daha naif daha nazik davranmak durumunda oluyorlardı.

Cumhurbaşkanlığı sistemi gereği seçilmek için bir adayın mutlaka 50 artı bir oy alması demek.

Buda ister istemez vatandaşın ilk aşamada siyaseten ondan sonraki zamanlarda da başta sosyal hayat olmak üzere hayatımızı tanzim eden ne varsa tamamının ortadan ikiye ayrılması anlamını taşıyor.

31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimde 03 Kasım 2002 sonrası ilk defa CHP, AK Partinin önünde birinci parti olarak çıktı.

Türkiye’nin son yıllarda karşı karşıya kaldığı ekonomik sıkıntıyı artık iktidar-muhalefet herkes kabul ediyor.

İşte bu olumsuz ekonomik tablo etrafında yapılan siyaset kabul etmek gerekir ki son derece sert bir iklimde cereyan etmeye başladı.

Böyle bir süreçte muhalefetin iktidara iktidarında muhalefete en ufak bir tahammülü kalmamış durumda.

03 Kasım 2002 tarihinde iktidara gelen AK Parti son dönemlerde ilk kez protesto eden boykot hareketleri başlatan bir kitle ile karşı karşıya .

Bu durumu gören CHP’de “madem vatandaş bu şekilde bir siyaset talep ediyor bize düşen de halkın talebini yerine getirecek siyaset yapmak” diyerek tempoyu olabildiğince yükseltmeye başladı.

İşte bu toz duman arasında her iki tarafa gönül veren seçmen de hakkaniyet ölçüsünü elden bırakmış olanca hızı ile karşı tarafa yüklenmeye başlamış durumda.

Futbol seyircisi eskiden “bizim takım kazandı ancak oyundan memnun değiliz,, hakemde inisiyatifini biraz daha bizim takım için kullandı hatta bizim kazandığımız penaltıda sanki biraz haksız verildi” diye bir özeleştiri yapardı.

Şimdilerde ise hangi futbol takımına mensup olursa olsun taraftarın tamamı “Bizim takım kazansına nasıl kazanırsa kazansın “diyor ve gözü galibiyetten başka hiçbir şey görmüyor.

Siyaset kurumu da şu sıralar hayata tam olarak futbol taraftarı gibi bakıyor.

Bir taraf elindeki iktidarı bırakmamaya, diğer tarafta muhalefetten iktidara geçmenin hesabını yapıyor.

Bu durumun ortaya çıkardığı olumsuzluğun bize nasıl döneceği ile ilgili maalesef siyasetçinin de bir öngörüsü kalmadı.

Tek amacın kazanmak olduğu bir süreçte tüm değerlerin tamamen değersizleşmesi ne kadar acı.