Sorumluluk, insanın hem kendine hem de çevresine karşı duyduğu bir borç ve bağlılık hissidir.

Bu duygu, bireyin hayatındaki rollerini yerine getirmesinde, toplumsal düzenin sağlanmasında ve kişisel gelişiminin temel taşlarının oluşmasında büyük bir yer tutar.

Ancak günümüzde birçok insan, gerek bireysel baskılar, gerekse toplumsal yozlaşma nedeniyle bu duyguyu yavaş yavaş kaybetmektedir.

Bu kayıp, sadece bireysel bir eksiklik değil, aynı zamanda toplumun da temellerini sarsan ciddi bir sorundur.

Sorumluluk duygusunu kaybetmek, ilk bakışta fark edilmeyen ama zamanla hayatın her alanına yayılan bir çürüme gibidir. İnsan önce küçük görevlerini ihmal etmeye başlar.

Söz verdiği saatlerde gelmez, üstüne düşen işleri erteler, verdiği sözleri tutmaz. Ardından bu kayıtsızlık hali, daha büyük sorumluluklara sıçrar. Aile ilişkileri zedelenir, iş hayatında güven sarsılır, toplumsal kurallar önemsizleşir.

Bir zaman sonra kişi, sadece kendi çıkarlarını gözeten, empati yoksunu, duyarsız bir bireye dönüşür.

Bu kaybın altında yatan nedenler çeşitlidir. Modern dünyanın sunduğu “anlık haz” odaklı yaşam tarzı, bireylerin sabırsız, aceleci ve yüzeysel olmalarına neden olur. Bir sorumluluğu yerine getirmek; sabır, zaman ve fedakârlık gerektirir.

Ancak dijital çağda, bir tıkla her şeye ulaşmak mümkün hale geldiğinden, insanlar da kolay yolu seçmeye meyilli olur. Bu da onları görev ve yükümlülüklerden uzaklaştırır.

Diğer bir etken de yetiştirme tarzıdır. Aşırı korumacı ailelerde büyüyen çocuklar, hiçbir sorumluluk almadan, her ihtiyacı başkaları tarafından karşılanarak büyürler.

Bu çocuklar, yetişkinliğe adım attıklarında kendi ayakları üzerinde durmakta zorlanırlar. En basit görevlerde bile başkalarına bağımlı hale gelirler.

Böyle bireyler, iş dünyasında, ilişkilerde ya da aile kurarken ciddi sıkıntılar yaşar.

Toplumun genel yapısında da sorumluluk duygusunun kaybına neden olan unsurlar mevcuttur. Adaletin zayıfladığı, liyakatin önemsenmediği, emek verenin değil kolay kazananın övüldüğü toplumlarda bireyler de er ya da geç bu çarpık düzene ayak uydurur.

Ben yapsam ne olacak ki?” düşüncesi, bireyi görevlerinden soğutur ve zamanla toplumsal umursamazlık hâkim olur.

Sorumluluk duygusunu kaybetmek, aynı zamanda içsel bir boşluk da doğurur. Çünkü insan, kendini değerli ve anlamlı hissettiği anlarda en çok sorumluluk aldığında gelişir.

Bir annenin çocuğuna duyduğu sevgiyle onun her ihtiyacını düşünmesi, bir öğretmenin öğrencileri için fedakârlık yapması, bir gencin hayalleri uğruna mücadele vermesi hep sorumluluk duygusunun ürünüdür.

Bu duyguyu kaybeden bir insan, bir süre sonra yönünü şaşırır, boşlukta hisseder ve hayata dair hiçbir şeyden tat alamaz hale gelir.

Peki çözüm nedir?
Sorumluluk duygusu yeniden inşa edilebilir.

Bunun için önce bireyin kendisiyle yüzleşmesi gerekir. Hayatındaki ihmalleri, kaçtığı görevleri, ertelediği kararları samimi bir şekilde gözden geçirmesi, değişimin ilk adımıdır.

Sonra küçük görevlerle başlanabilir: Bir işe zamanında gitmek, verilen bir sözü tutmak, çevreye saygılı olmak… Bunlar küçük ama etkili adımlardır.

Aileler çocuklarına küçük yaşlardan itibaren görev vermeli, onları cesaretlendirmeli, hata yaptıklarında sonuçlarıyla yüzleşmelerine izin vermelidir.

Eğitim sisteminde ise sadece bilgi değil, ahlak ve sorumluluk bilinci de öğretilmelidir.

Toplum olarak da emek veren, özveriyle çalışan insanlara daha çok değer vermeli, rol model olarak onları öne çıkarmalıyız.

Sorumluluk duygusu bir insanın en değerli yönlerinden biridir.

Bu duygu kaybedildiğinde, insan sadece başkalarına değil, en çok da kendine zarar verir. Hayatın yükünü paylaşmak, görevleri yerine getirmek, başkaları için bir şeyler yapmak insanı insan yapan özelliklerdendir.