İnsan, dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren hayata küçük adımlar atmaya başlar. İlk nefesinden itibaren annesine ve babasına sevinçle birlikte nice ızdıraplı günler de yaşatır. Zaman ilerledikçe, çocukluk çağlarının masumiyetinden uzaklaşıp hayatın gerçek yüzüyle tanıştığında; dertler, tasalar, kederler ve üzüntüler, insanın yol arkadaşı olmaya başlar.
Izdırap, kimi zaman kalbinin tam ortasına dokunur; en yakınının acısını senin acın gibi hissettirir. Kimi zaman da uzaklara çekildikçe, bu hislerin ağırlığı azalır, ama asla tamamen kaybolmaz. Çünkü hayat, acının ve sevincin aynı çizgide yürüdüğü uzun bir yol gibidir.
Her insan, kendi ömründe bir imtihan taşır. Kimi zaman bu taş ağırdır, kimi zaman da dayanılabilir. Ama hiç kimse bu hayatta izdırapsız bir ömür sürmez. Zira gözyaşı olmadan mutluluğun kıymeti bilinmez, acı çekmeden sabır öğrenilmez.
Bazen gözyaşlarının yüküyle omuzların çöker, bazen de bir tebessümle yüreğin hafifler. Ama ne olursa olsun, insan yaşamı, acılarla yoğrulmuş bir sabır ve umut imtihanıdır. Ve bil ki her karanlığın ardında doğacak bir sabah, her ızdırabın ardından yeşerecek bir umut mutlaka vardır.
İnsanı diri tutan şey, çektiği acıların ardında gizlenen anlamı fark edebilmesidir. Kimi zaman kaybettiklerin sana hayatı öğretir, kimi zaman da sabırla beklediğin şeyler seni olgunlaştırır. Belki de ızdırap, insana hayatın geçici olduğunu fısıldayan en derin öğretmendir.
Ve sonunda anlarsın ki: İnsan, gözyaşlarıyla büyür, acılarıyla pişer, sabrıyla olgunlaşır. Izdırap ise aslında bir düşman değil; seni hayata hazırlayan, kalbini incelten, ruhunu yücelten gizli bir dosttur.