Her kalp, doğduğu andan itibaren bir yolculuğa çıkar.
Kimi zaman umutla çarpar, kimi zaman hüzünle sızlar.
Ama en çok da insanın taşıyamadığı yüklerden yorulur.
Çünkü kalp, yalnızca kan pompalayan bir organ değildir;
Sevdanın, acının, kırgınlığın, sessiz çığlıkların evidir aynı zamanda...

Yorulmuş bir kalp, aslında en çok konuşmak isteyendir.
Ama dil susar, gözler dalar, yürek kendi içine kapanır.
Ne sevinçlere tam sarılabilir, ne acılardan tamamen kurtulabilir.
Hafiflemeyi bekler, ama yük üstüne yük biner.
İnsanlar anlamaz, zaman durmaz, dünya umursamaz.
Ve kalp, sessizce yorulduğunu anlatmaya çalışır.

Bazen bir gülüşle yeniden can bulur,
Bazen tek bir cümleyle daha da ağırlaşır.
Çünkü kalp, ne kadar güçlü görünse de kırılgandır.
Bir defa yoruldu mu, eski coşkusuna dönmesi kolay olmaz.
Ama yine de atmaya devam eder;
Çünkü içinde hâlâ umuda dair ince bir tel vardır.

Yorulmuş bir kalp, bazen insanın kendi içine sakladığı sırların aynasıdır.
Geceleri sessizliğin ortasında en çok o konuşur.
Kimseye anlatılamayan dertleri, gözlerden gizlenen yaşları bilir.
Çünkü kalp, sahibinin en sadık sırdaşıdır.

Ne var ki, yorulmuş bir kalp yalnızca yükten değil, sevgisizlikten de yıpranır.
Bir tebessüm, bir ilgi, bir dokunuş…
Bazen en büyük ilaçtır ona.
İnsanı hayata bağlayan şey, çoğu zaman küçük bir hatırlanış,
İçten bir selam, samimi bir “yanındayım” sözüdür.

Ve aslında yorulmuş kalp, ölmek istemez.
Yalnızca biraz olsun anlaşılmak, değer görmek, sevilmek ister.
İnsanı yaşatan şeyin nefes değil, sevgi olduğunu haykırır.