Yazmak, bir şeyi, bir durumu, bir hikâyeyi yazmak.

Okunmasını, eleştirilmesini bekleyerek yazmak.

Yazmak: itirazı yazmak, içimizden çağlayanları, bir istisnayı yazmak hayrete düşüren bir acıyı ya da. Yazılanların, yaşanılan zamanın dişlileri içerisinde ansızın ufalanıp gideceğini bile bile yazmak.

Sabaha karşı uykulu bir çöpçünün tenekedekilerini boşaltıp giderken ki umursamazlığı ile sadece zamana asılıp kalacağını, bir gece yarısı sokağı terk eden bir adamın geride bıraktığı göz yaşı gibi içimi yaksa da, yok olacak bir bir şey olduğunu bilerek yazmak. 

Günler boyunca içinde seni mutsuz eden iç sıkıntısı gibi bir şey bu aslında.

Hani sağanak bir yağmur gelmeden önce bulutların koşuşturması, rüzgârın ağaçları sallaması, güneşin yerini huzursuz bir iklimin alması gibi.

Bir bilgisayar klavyesinde, bir not defterinde, başlayan bir hikâye bu.

Artık orta yaşlı bir yazar olarak yıllardır yazmaya devam ediyorum. Her yazarın bir sebebi var yazmak için.

Kimisi için özgürlük, kimisi için paylaşmak, kimisi hataları ortaya çıkarma sorumluluğu için yazar. Binlerce nedeni olabilir yazmanın.

Nedeni ne olursa olsun yazmak acılı bir süreç olarak başlar, ama en önemlisi aynı acı ile sona erer.

Ben yazarken kelimeler ve onların tınıları ile oynamaktan hoşlanıyorum.

Her bir kelimenin en güzel durduğu köşeler yaratmaya çalışıyorum.

Okuyanların okurken hissedebilecekleri bir koku, bir tarih, uzun yıllar beğenilerek giyilmiş bir elbise tutuculuğu, zamanın çok gerisinde kalmış anları, unutulmasın diye aklıma kazınmış güzellikleri paylaşmak için yazıyorum.

Bu bir gazetede köşe yazan için en olumsuz şey. Beş “N” yok bir “K” yok, günün spekülasyonları yok, yok.

Bazen bunun bile aslında bir başkaldırı olduğunu da düşünüyorum.

Çok iyi yazan köşe yazarları var zaten, onlar günü ve olayları yazıyor.

Tüketilen haber o kadar çok ki herkese yeter.

Peki hayatı kim anlatacak, dönme dolabı, atlı karıncayı, uçurtmayı saran rüzgârı, rutubetli çarşıları, geçmişe inat dimdik duran bedestenleri, halı ve naftalin kokusunu kim anlatacak?

Yazmak okunmasını bekleyerek, unutulup gideceğini bilerek her bir kelimenin sıkıntısını hissederek yazmak.

Hissederek, koklayarak, şahit olarak, özleyerek yazmak.

Ben bu kadere ve yazmaktan gelecek her şeye razıyım.

Yazmak çünkü benim için beni bana ve tarihi bana anlatabilmek demek.

Sizi anlayabiliyorum, "bu kadar derdin içinde bu mu yazmak?" diye sorduğunuzu da duyuyorum.

Bakın yan tarafımda ya da aşağıda Yüksel Ercan yazıyor, başka yazan çok nitelikli yazarlar da var.

Onlar günü, sorunu, gazeteci hassasiyeti ile yazıyorlar.

Bir ayrıcalık tanıyın bana, bırakın tütün kokusunu, naftalin kokan sandıkları, çağıldayarak akan dereleri, tarladaki başağı, bostandaki karpuzu, uzak Asya’dan dört nala gelen doru tayı yazacak birine izin verin. 

Dinlenecek bir liman iyi olabilir ruhlarınıza.