Yaz aylarında çok sıcak olurdu İzmir. Yeşilyurt biraz tepede bir mahalledir.
Sabahın ilk saatlerinde başlayan boğucu sıcak arada bir esen imbata rağmen akşama kadar devam eder, sokaklar hava kararınca canlanır, sokaklardan zeytinyağlı kızartma, elektrikli ızgaralardan çipuranın iyotu, kadehlerden rakı alkolü kokardı.
Balkonlara, gecekonduların küçük kapı önlerine masalar hazırlanır, gündüzden öç alır gibi hararetli konuşmalar, kahkahalar, kadeh sesleri, mırıldanarak söylenen şarkılar, geç saate kadar bir gün yaşanırdı.
Kadınlar zor saatlerin bitişi ile yağ tenekesi içine ektikleri begonyaları, kasımpatıları, sümbülleri sever maşrapa ile sular, topraklarını karıştırır, solgun yapraklarını toplar, rakı sarhoşluğu ile evin erkekleri hınzır bakışları ile sokaktan geçenleri seyreder, delikanlılar hoşlandıkları kızlara avuçlarındaki mektupları vermeye çalışırlardı.
Zor yıllardı kıt kanaat geçinilirdi. Evlerin küçük mutfaklarında, salonların eski koltuklarında yaşanılan ama umudunu yitirmemiş insanlardı.
Bizde Yeşilyurt’ta yaşardık.
Pazar sabahları erkenden kalkardı anam.
Bir gün önceden hazırladığı yollukları sepete özenle yerleştirir, sular, ayranlar hazırlanır buzlar torbalara konurdu.
Babam evin altında üstü şeker torbalarından yapılmış araba örtüsünü arabanın üzerinden kaldırır, murat 124 ün kaputunu kaldırır, motorun yağını suyunu kontrol eder, koltuğa oturur ve çalıştırırdı.
Önce biraz nazlanırdı araba ardından titrek bir ses ile çalışırdı.
Anam bagaja yerleştirir sepeti, yolluklar ve biraz kömür biraz odun.
Doluşulur arabaya, yola çıkılırdı. İzmir’in nemli ve sıcak sokaklarından geçilir, dar yollardan, bazen Seferihisar bazen Narlıdere, sabahtan yola çıkan arabaların eşliğinde gidilirdi.
O yollarda kamyonetlere, kamyon kasalarına doluşmuş insanlar darbuka ile göbek atarak, hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek yolculuğu tamamlar, kumsalda ağaç altlarında yerleşilir, sabah kahvaltısı ile başlardı gün.
Gençlik işte, mayolarımız pantolonlarımızın altında, biter bitmez kahvaltı hızlıca çıkarılır, denize koşulurdu.
Denizin heyecanı ile geçen saatler, kumsalda birbirinin ilgisini çeken gençlerin bakışması, analardan babalardan çekinilerek yapılan bir iki cümlelik konuşmalar, deniz içerisinde kısa da olsa sohbetlere dönüşür, öğleye kadar bu tanışmalar ve deniz ile netleşirdi günün geri kalanı.
Öğle sofrasında anam evden hazırladığı yemekleri küçük tüpte ısıtır, tanışılan komşulara az az ikram edilir, gençler denize kaçınca kadınlar ve adamlar kahve eşliğinde sohbete başlardı.
Denizin öğleden sonrasını çok severdim.
Sadece gençler ve çocuklar olduğundan, belki de o küçük tanışmaların heyecanından.
Tanışmalar birlikte yüzmeye, deniz içinde voleybol oynamaya dönüşür, üşüseniz bile denizden çıkılmazdı.
Deniz çalkalanıp rüzgâr başlayınca akşam olurdu.
Babalar ve anneler denize gelir ve günün büyüsü bozulurdu. Bir testi su ile alınan duş, arabanın içinde değişilen elbiseler, dudaklarda tuz kokusu, yüzlerde güneş yanıklarının acısı ama hayallere oturan heyecanlar olurdu.
Babalar mangalları yakmaya başlar, duman ve ardında çeşit çeşit ızgara kokusu, masalarda salatalar, etler, pişmiş biber ve domatesler, açlıkla hızla tüketilir, babalar kadehlerine koydukları rakıları analar mangalın kenarında demlenen çayı içerlerdi.
Uzaklardan ağustos böceklerinin şamatası, alkol etkisi ile söylenilen şarkılar.
Biraz gürültü ile biterdi gece.
Gençler sahilde dalga seslerinin koynunda yan yana otururlar, kollar temas ederdi.
O her dokunan ten insanın yüreğini de deler geçerdi.
Küçük bakışmalar, tebessümler karanlıkta olsa bile görünür, adresler alınır sözler verilirdi, hiç tutulmasa da.
Kumlar soğur, hava eser, uzun kollular giyilir, bilirdik ki günün sonu geliyor.
Eşyalar toplanır, çöpler atılır arabalara binilirdi tekrar.
Tanışanlar belki de bir daha hiç konuşulmayacak bir günün ardından kaçamak bakışlar ve bir iki hecelik vedalar ile ayrılırdı.
Fakirdik, zor zamanlardı ama hayaller ve içinde yaşanılan dünyada bir soluk alabiliyorduk o yıllarda.
İzmir güzeldi, deniz güzeldi, hayallerin dokunduğu arkadaşlar güzeldi.
Döndüğümüz gecekondu mahallesinde bizi bekleyen yeni bitmiş çay sohbetleri, kadehlerin dibinde kalmış rakı ve sabahın koşturmacasından önceki huzurlu uyku olurdu.
Çok güzeldi yani.