Son derece zorlu bir süreçten geçiyoruz, kimse kimseye inanmıyor, güvenmiyor, Herkesin kendi adaletini oluşturmaya çalıştığı, büyük bir kitle Adalet mekanizmasının yerlerde süründüğüne inandığından kendi adaletini bildiği yollardan sağlamaya çalışıyor ancak iş dönüp dolaşıp “Hak-hukuk” noktasına dayandığında da “Hazreti Ömer” ile başlayan yüzlerce örnek vermeyi nerede ise bir “hayat nizamı” olarak kabul ediyor.
Bütün Müslümanlar tarafından “Adaletin Timsali” olarak bilinen Ömer Bin Hattab 1 Кasım 644'te, kendisinden alınan verginin azaItıImasını isteyen, ancak taIebi kabuI ediImeyen Ebû Lü'Iüe tarafından Medine'de sabah namazında hançerIe saIdırıya uğradı.
SaIdırgan intihar ederken Ömer bin Hattab üç gün sonra vefat etti.
Halife Ömer’in 644 yılında öldürülmesinin üzerinden Bin 372 yıl geçti.
Geçen bunca yıl içerisinde İslamiyet dünya nüfusunun da sürekli artması dolayısı ile o günlere göre büyüdü, dünyanın her tarafında bilinen bir din oldu.
Müslümanlar 571 yılında doğan ve 632 yılında vefat eden peygamberimiz Hazreti Muhammed ile birlikte Ebu Bekir, Ömer bin Hattab, Osman bin Affan, Ali bin Ebû Tâlib’i bilir.
Bazı kaynaklar Peygamberimizin ölümünden sonra Halifelik yapan bu dört isme sadece 6 ay gibi bir süre görev yapan Beşinci Halife Hasan bin Ali'yi de dahil etseler de Peygamberimiz haricindeki de bu dört ismi her zaman müstesna bir yerde tutmaya özen gösterir.
İslam’ın önderleri olan bu isimlerin bir tamamı güzel ahlak ve diğer hasletleri ile bilinip saygı ve hürmet ile anılsalar da Ebubekir’in arkasından Halifelik görevine seçilen Hazreti Ömer “Adaleti” ile “Adalet dağıtması” ile bilinir.
Toplumun hemen her kesiminde ağzı laf yapan siyasetçi-Bürokrat-Dernek yöneticisi-Amir-Memur vs. kim varsa kendisinin ne kadar adil bir insan olduğunu anlatmakta sıkıntı çektiğinde “Benim yönetim tarzımda Hazreti Ömer gibi adaletli olacak” der ve kendisini Hazreti Ömer üzerinden kurtarmaya çalışır.
İşin garip ve bir o kadarda acı olanı bu toprakların, bu coğrafyanın ve hadi daha açık söyleyelim İslam dininin Hazreti Ömer’in vefatından sonra kendisi gibi “Adalet dağıtan-Dürüstlük timsali” ikinci bir önder çıkartamamasıdır.
Mesela bilgili insan tasnifi yapsak, Çok sayıda başarılı Müslüman bilim adamı sayabiliriz, Askeri noktada başarılı pek çok komutanı bir çırpıda söyleyebiliriz,
Sporda, Kültür sanatta ve başka konularda ihtiyacımız olduğunda iyi kötü bir çırpıda “Birinciyi, ikinciyi, Üçüncüyü, Dördüncüyü, On dördüncüyü” sayar kendimizi kurtarmayı becerebiliriz.
Ancak bunların tamamını bir kenara bırakıp “Adaleti ile bilinen çok değil iki isim yazalım” denildiğinde büyük bir heyecanla ilk sıraya “Hazreti Ömer” ismini yazabiliriz, İkinci ismi de aklımızı ne kadar zorlayabilirsek zorlayalım yazamamanın çaresizliği ile kalemi elimizden bırakmak zorunda kalırız.
Memleket idaresini düşünen, Bir vilayetin yönetiminde söz sahibi olan, Herhangi bir kurumun başında bulunan hemen herkes görev yaptığı zaman zarfında bir dakikalığına da olsa mutlaka “Neden Bu haldeyiz.?” sorusunu kendi kendine sormuştur.
Mesela bir İl valisi hiç hakkı değilken sırf arkasında güç olduğundan o göreve gelmiş olabilir, Bir adli olayda suçlu kendisi olsa bile karşısındakinin güçsüzlüğü yüzünden haklı duruma geçmiştir, bir futbol takımında kadroya girmesi mümkün olmayan bir futbolcu bir yakının kulüp başkanı yada yöneticisi olması dolayısı ile başkalarının önüne geçerek hakkı olmayan kadroya girmiştir.
Bu ve bunun gibi daha binlerce soruyu örnekleme yolu ile sorabiliriz, soruyu isterseniz bir milyon kişiye yöneltin isterseniz sadece kendi yüreğinize sorun alacağınız tek cevap “Adalet” olacaktır.
İşte bu dünyada Adaleti ile bilinen Hazreti Ömer’den sonra Adalet dağıtan-Adil olan-“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer’den onu” diyen “ HeIaIin onda dokuzunu harama düşmek korkusu iIe terk ederdik”….Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim, Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim “sözlerinin sahibi Ömer’in bu Adalet anlayışını devam ettirecek kişi yada kişiler gelmediğinden İslam coğrafyası zelil bir hayat yaşıyor.
İslam Coğrafyasının bu kadar acı çekmesinin, yerlerde sürünmesinin , Başka güçlerin hegemonyası altına girip onların maşası olmalarından sonra kendi dindaşlarını boğazlamasının tek ve başlıca sebebi bilin ki Adaletsizliktir.
Açlıktan nefesi kokan bir vatandaşın siyasette yada bürokraside bir koltuğa oturduktan kısa bir zaman sonra hayat standardının değişmesi, Son derece tavan yapan hayat standardını da daha uzun bir zaman hatta ölünceye kadar elinden bırakmamak istemesi, kendisinden sonra da bu şatafatın devam etmesi adına aile bireylerinden birisini getirmeye çalışması hep Adalet timsali Hazreti Ömer sonrası İkinci-Üçüncü-Dördüncü on dördüncü önderlerin gelmemesinden kaynaklanmaktadır.
İslam Coğrafyası çok daha fazla sayıda Hazreti Ömer’e muhtaç,
Müslümanlar yaşadıkları zaman zarfında şartlar ne olursa olsun mahkemeye çağrıldıklarında mahkemede kendisi ile Devlet başkanının aynı muameleyi göreceğini düşündüğü ve bu düşüncesinin gerçek olduğu Adalet Dağıtıcılarını gördüğünde suçlu bile olsa alacağı cezaya üzülmeyecektir.
İstanbul`u fetheden Fatih Sultan Mehmet, fethin üzerinden yaklaşık on sene sonra cami inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Sinan Atik isimli Rum mimara (bazı kaynaklarda bu mimarın ismi Khristodoulos olarak geçer) teslim eder. Fatih Sultan Mehmet, fetihten on yıl sonra da Mimar Atik Sinan’a, kubbesi Ayasofya’dan daha büyük bir cami yapması için emreder.
Atik Sinan her ne kadar bu işe “Emrin başım üstüne” diyerek başlasa da malzemeler arasında bulunan yüksek mermer sütunları kendi hesabına göre ölçüp biçip “üç arşın” kestirdikten sonra yaptığı cami Fatih’in istediği ölçüde heybetli olmaz.
Fatih Sultan Mehmet, yeni yapılan camiyi görünce “Kubbesi Ayasofya’dan daha büyük olsun...” emrine neden uyulmadığını sorar.
Mimar;” büyük bir depremde caminin yıkılacağından korktuğu için kubbesini Ayasofya’dan daha küçük yapmak zorunda kaldığını ve bu yüzden sütunları kestirdiğini” söyler.
Fatih, mimarın hem Ayasofya’yı (emrine rağmen) özellikle kayırdığını düşündüğü için hem de kendinden izin alınmadan böyle bir işe kalkıştığı için “Mermer sütunları kesen ellerin kesilmesi” emrini verir...Mimar Atik Sinan bunu özellikle yapmadığını “Hesaplarına göre Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin, ilk depremde yıkılacağını” düşündüğünü söyler ama emir büyük yerdendir ve geri dönüşü yoktur.
Çevresindekilerin de cesaretlendirmesiyle, mimar haklılığına olan güvenini daha da bir pekiştirir ve “İstanbul’u fetheden, fatihler fatihi, Padişah Fatih Sultan Mehmet”i mahkemeye verip hakkını aramak için Kadı Hızır Bey’e şikâyet eder...
Bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından atanmış, Osmanlı adaletini simgeleyen Kadı Hızır Bey, mimarı dinleyip dava açılması için haklı sebep olduğuna kanaat getirir ve Fatih Sultan Mehmet’in mahkeme edilmesine karar verir...
Fatih mahkemeye gelir ve duruşma başlar; Fatih Sultan Mehmet çok büyük bir insan olabilir ama emrindeki birini mahkeme etmeden cezalandırmıştır. Karşı taraf savunmasını yapar, mimar gerekçelerini açıklar ve kadı kararını verir: Fatih Sultan Mehmet suçlu bulunur ve kendisi de mimara uyguladığı cezayla yani elleri kesilerek cezalandırılacaktır...
Bunu duyan Mimar Atik Sinan kulaklarına inanamaz ve kadıya yalvararak şikâyetini geri çeker. Kadı, bunu göz önünde bulundurarak cezayı maddi tazminata çevirir ve mimara yüklü bir miktarda para verilmesine karar verir...
Evliya Çelebi`nin aktardığına göre, karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek; "Eğer sen Allah`ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla başını paramparça ederdim" der. Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir: "Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim" der.
İşin garip tarafı Mimarın yaptığı bu cami gerçekten de 1766 depreminde yıkılmış, yerine Fatih Külliyesi yapılmıştır.
İslam Coğrafyasında Hazreti Ömer gibi Adalet dağıtan, Önderler çıkarmadığı yada Ülkeleri yönetenler “Ömer gibi Adil olacağım” dedikten sonra bildikleri yolda gitmekten vazgeçtikleri gün yani “İçi-dışı bir Müslüman” olmaya karar verdikleri gün Ümmet rahat edecektir,
Aksi takdirde bir bin yıl daha geçse bizden öncekiler gibi bizden sonrakilerde boşu boşuna dillerine Ömer’i pelesenk edip çürümeye, yozlaşmaya, haksızlık yapmaya devam edeceklerdir.
Fazla söze gerek var mı sizce?
Bize göre hayır.
Bir yerlere adam seçerken, birilerine yetki verirken, kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza ve mükafat dağıtırken, acaba Hz. Ömer gibi kılı kırk yarabiliyor muyuz?
Ona bakmak lazım.
Sözümüz elbette sadece yetkililere değil, başta kendi nefsimiz olmak üzere herkese.