Yusuf Akçura ile başlayan Türkçülük üzerindeki dip dalga sonrasında Ziya Gökalp’in bilimsel zemine oturttuğu fikir, Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile artık ete kemiğe bürünmüştür.
Osmanlı imparatorluğunun külleri üzerinden kurulmuş genç cumhuriyet; Atatürk’ün ileriyi gören ve zamanın farkında fikirleri neticesinde tarihin zeminine oturmaya başlayan ve bilimsel olarak kabul gören Türk Milleti fikrini yaşamın içine sokmayıbaşarmıştır.
Yaşamın tüm hücrelerinde “Türk olmak ve Türk gibi davranmak” ülküsü cumhuriyetin ilk yıllarında gelişmenin de lokomotifi olmuştur. Atatürk’ün ölümü genç cumhuriyeti de solunum yetmezliğine soktu maalesef. Bürokrasi yönetimde milliyetçi ve devrimlere sıkı sıkıya bağlı gençliği devreden çıkardı, Türk milliyetçiliğini tehtid olarak gören Ankara siyaseti aslında belkide bu coğrafyada “Turan” fikrinden çekinen Avrupa ve Rusya’nın etkisi ile kendi öz evlatlarını hançerlemeye başladı.
Yusuf Akçura bir başka yol daha var o da Türk Milliyetçiliği demişti. Ziya Gökalp Türk Milliyetçiliği geliştirilip büyütülebilir, Türki halkların birlikteliği uzak ülkü yani “Turan” demişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün himayesinde tüm bu fikirler Türkiye’nin düşünce dünyasında tartışılabilmiş ve yaşama geçirilmişti.Ziya Gökalp 1924 te Yusuf Akçura 1935 te ve Gazi Mustafa Kemal 1938 de vefat ettiler. Türkçülüğün altın çağının bu büyük filozofları tarihteki asil yerlerini aldılar. Atatürk’ün kaybından sonra hemen cambaz oyunları kurulmaya başlandı. Atatürk İnkilaplarının en önemlilerinden birisi milliyetçilik yok sayıldı ve Türk milliyetçiliğini kısır bir siyasi taraf haline getirme mücadelesi başladı.
Hüseyin Nihal Atsız 1905 yılında doğmuştu. Atsız'ın babası Gümüşhane'nin midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon'un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır.Atsız, 1922 yılında Askeri Tıbbiye'ye kaydolduğu çağlarda Türkçülük fikrinin etkisi altına girmeye başladı.
Ziya Gökalp'ın cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük düşüncesine karşı olan öğrencilerle kavga ettiği için okul yönetimince cezalandırıldı ve daha sonra aralarında birtakım sorunlar yaşanan Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen) selam vermediği gerekçesiyle 3. sınıf talebesiyken 4 Mart 1925 tarihinde Askeri Tıbbiye'den atıldı. Yani yine Türk Milliyetçisi olmak cezasız kalmadı.
1926 yılında İstanbul Darülfununun Edebiyat Fakültesinin Edebiyat Bölümüne ve İstanbul Darulfununun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebine kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağrıldı ve askerliğini 28 Ekim 1926 ile 28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul'da Taşkışla'da 5. piyade alayında er olarak yaptı.
Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı "Anadolu'da Türklere Ait Yer İsimleri" adlı makalenin Türkiyat Mecmuası'nın ikinci cildinde yayınlanması üzerine hocası Mehmet Fuat Köprülü 'nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmi'nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yaptı. Aynı yıl Edebiyat Fakültesinden mezun oldu.
Atsız, 15 Mayıs 1931'den 25 Eylül 1932 tarihine değin Atsız Mecmua'yı çıkarmaya başladı. Mehmet Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdulkadir İnan gibi yazın ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu Türkçü ve Köycü dergi, devrinde bilim, düşünce ve sanat alanında çok etki yaratan Türkçü bir çığır açmış, Cumhuriyet çağı Türkçülüğünün öncüsü olmuştur.
2. Dünya savaşı sürerken Türkiye'de kominist etkinliklerinin arttığını düşünen Atsız, Orhun'un Mart 1944'te yayımlanan 15. sayısında, daha önce 5 Ağustos 1942 tarihli meclis konuşmasında "Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir." diyen devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na hitaben bir açık mektupyayımladı.
Türkçü çevreler içinde büyük bir kaynamaya neden olarak başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok kentte, kominizm karşıtı gösterilere yol açtı. Bunun üzerine Hasan Âli Yücel, 7 Nisan 1944'te Atsız'ın Boğaziçi Lisesindeki edebiyat öğretmenliğine son verdi.
Bu Atsız için ne ilk nede son olacaktı. Yıllar boyu açılan davalar, mahkeme kararları, görevden almalar.19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır biçimde eleştiren bir söylev vermiş ve bu söylev üzerine Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanmaya başlanmışlardır. Aralarında Alparslan Türkeş gibi subay, üniversite profesörü, öğretmen, doktor ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu sanıklar, sorguya çekilmişler; Atsız dahil sanıklar, daha sonra tabutluk diye adlandırılan hücrelerde işkence gördüklerini belirtmişlerdir.
7 Eylül 1944 günü yargılama başlamış, 'Irkçılık-Turancılık davası' adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6 yıl 5 ay hapse mahkûm olmuştur. Bu dava sonrasında Atsız bir buçukyıla yakın hapis yatmıştır.
1950 de iktidar el değiştirmiş, Demokrat Parti iktidarında da Atsız fikirleri nedeniyle yargılanmış ve hapis cezaları almış ve mahpusluk kaderi hiç değişmemiştir.Nihal Atsız, çocukluk döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nun son birkaç yılına, gençlik döneminde ise Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarına tanıklık etmişti.
Yaşadığı dönemde yükselişe geçmiş olan Türk Milliyetçiliğinin etkisi altına girmiş ve bu düşünce akımının sıkı bir savunucusu olmuştur. Atsız, kendisini Türkçü, milliyetçive turancı olarak tanımlamıştır. Türkiye'de 1960'lı ve 1970'li yıllarda çokça destekçi bulmuş olan sosyalizm akımına ve gelenekçiliğe şiddetle karşı çıkmıştır ve bu akımların karşısında bulunmuştur.
Türk İslam sentezinisavunan Ülkücülerle ortak çalışmada bulunmamıştır ve Türkçülüğün savunucusu olmuştur. 1975 aralığında vefat edene kadar fikirlerini söylemeye devam etmiştir.
Atatürk cumhuriyeti ile başlayan genetik kodlara dönüş, Atatürk’ün vefatı ile bürokrasinin anlamsız bir kategori yaratmasına dönüştü. Sağcılık, solculuk gibi. Bir cambaza bak oyunuda burada işte. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu milletini üst bir kimlik haline getirmeye çalışan Atatürk MilliyetçiliğiAnadolu’da yanan bir ışık olmaya başlayıncadoğuda Rusya ve kominizm batıda sömürgelerini kaybetmekten korkan Avrupa, yaşamın içinde denenen milliyetçiliği hızla yok edilmesi gereken bir düşman olarak kabul etti.
Ajanlar sokarak, düşman haline getirerek, tanımlar üzerinde oynayarak, provokasyonlar yaratarakve gerçek fikir adamları ve düşüncelerini hapislerde süründürüp, düşük bilgilileri öne çıkarıp, bu büyük fikri sulandırmaya çalıştılar. Bazen de gerçekten bunda başarılı oldular.
Bu cambaza bak oyunu günümüzde de tüm hızıyla bu nedenle sürüyor. Akçura,Gökalp, Atsız, Türk Milliyetçiliğinin öncüleri hiç cezasız kalmadılar. Hep bir bedel vardı ödedikleri. Garip olan bu zaten. Dünyanın hiçbir özgür ülkesi yoktur,kendi milletinin çıkarlarını savunanı hapsetsin, cezalandırsın. Bu galiba sadece Türk Milletine ve milliyetçilerine aittir. Acı olan bunun Türkiye için yapıldığına milletin inandırılmasıdır.