İsrail ile İran arasında birkaç gündür devam eden savaşın içinde bulunduğumuz coğrafyaya etkilerinin olacağı kaçınılmaz.

1900’lü yılların başından beri önce Osmanlı İmparatorluğunun milliyetçi akımlar ile parçalanması, 1. Dünya Savaşının sonunda imzalatılan Sevr ile Anadolu’nun parçalanmasının altında yatan temel sebep aslında şu anda yaşananların ön çalışmasıydı.

Anadolu’da Roma İmparatorluğunun yok olması ile Haçlı seferleri son bulmuş, Kudüs’te dahil tüm Arap yarımadası, Anadolu barış ve karşılıklı hoşgörü ikliminde yaşamaya başlamıştı.

Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların uzun asırlar süren bu ortak yaşama iradeleri Haçlı seferleri ile bozulmaya çalışılmış, bu dinler mücadelesinde belki de en çok Yahudiler belki de nüfus ve hakimiyet yetersizliğinden suskun kalmışlar ve ticaret güçleri ile yaşamlarını sürdürmüşlerdi.

Hristiyan hakimiyet mücadelesi başarısız olunca Avrupa’da rönesansı tetiklemiş ve kilise bu büyük idealinden vazgeçmişti.

Osmanlının yıkılmaya başlaması bu büyük ideali yeniden canlandırdı.

Kilise Yunan devleti üzerinden hazır Sevr’in teslimiyetçi ikliminde Anadolu’yu yeniden bir Roma toprağı haline getirmeye çalıştı.

Ermeni isyanları, Kürt azınlığın kalkışmalarında amaç aslında bu karmaşadan yaralanıp bölünmüş ve parçalanmış bir Anadolu ve Arap yarımadası yaratmaktı.

İngiliz emperyalizminin amacı Anadolu üzerinden petrole ulaşmak, sanayii devriminin ihtiyacı yeraltı ve yerüstü kaynakları kontrol etmek ve mümkün ise bu coğrafyada yaşayan Türklerden öç almak üzerine kuruluydu.

Bitmek bilmeyen bir açlık ile yüz yıldan uzun süren bu mücadele Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Türkiye Cumhuriyeti’ni kurması ile beklenmedik bir şekilde kesintiye uğradı.

2. Dünya Savaşını sonunda Avrupa Yahudi nüfusu hatırlamak zorunda kaldı.

Aslında hem İngiltere’de hem de Amerika’da sermaye uzun yıllar sonunda Yahudilerin eline geçmiş, bilim ve sanatta önemli bir yer edinmişlerdi.

Almanların saf ırk yaratma hayalinde asıl sebep Almanya’da da sermayenin Yahudilerde olmasıydı.

Savaş sonunda büyütülen bir soykırım meselesi sonrasında Yahudiler tarih içerisinde ilk yaşadıkları yer olan şimdiki İsrail topraklarında bir devlet kurdular daha doğrusu kurduruldu.

İngiliz ve Amerikan Yahudi sermayedarları, oluşturulan lobiler, Filistin halkının bencillikleri neticesinde içinde Kudüs’ün de bulunduğu bir coğrafyada fiilen ve cebren bir İsrail kurulmuştu artık.

Kilise büyük Roma fikrinden vazgeçince geriye sadece “büyük İsrail” hayali kalmıştı.

İsrail’in yayılmacı politikaları, Arap ülkelerinde Arap milliyetçiliğinin önderi gibi pazarlanan diktatörler eli ile desteklendi.

Bu liderlerin Amerika ve İngiltere merkezli tüm ayak oyunlarındaki suskunluğu işte bundandır.

İsrail artık bir çıban başı olunca bu devletler diktatörler tarafında yönetilemez hale gelince Arap Baharı numarası ile birçok devlet bölündü.

Irak ardından Suriye öncesinde Filistin ve Lübnan.

Bu bölünmeden kurtulmak isteyen diktatörler İsrail ve Amerika’nın tüm isteklerini kayıtsız şartsız kabul ederek ayakta kaldı.

İran uzun yıllar şahlık ile yönetilmiş ardından Şii aşırı dinci olan Humeyni’ye yine Amerika ve İngiltere ortak oyunu Fransa’nın desteği ile teslim edilmişti.

Humeyni İran’ı demokrasiden uzak kişi hürriyetlerinin olmadığı bir taassup rejimiydi ve petrol geliri nedeniyle ve devleti ayakta tutabilmek için rejimini ihraç etmeye çalıştı.

İşte aslında galiba meselede buradan çıktı. İsrail ve İran bir ipte oynayan iki cambaz haline geldi.

Bu cambazlar birbirlerini düşman göstererek, kendi kamuoylarını konsolide ederek, uzun yıllar bu oyunu sürdürdüler.

Ancak Yahudilerin büyük İsrail devleti hayali, parçalanan Irak ve Suriye sonrasında ip üzerindeki bu cambaz oyununu sürdürülemez hale geldi.

Sevr ile planlanan Anadolu ve orta doğunun Türklerden temizlenmesi, büyük İsrail fikrinin toprakları içerisinde yer alan İran kuzeyi, Türkiye’nin Güney doğusunun aparat birtakım gruplara verilmesi ihtiyacı ve İran’ın nükleer üretim için çalışıyor olması bu danışıklı döğüşü bitirdi.

Artık İran’ın da parçalanması zamanı gelmişti.

Bu yeni sıcak savaşın okunabilen sebeplerinden birisi budur.

Bu savaşta masum insanların zarar görmesi kabul edilemez.

Savaş tarih boyunca hiçbir masuma kazanç getirmemiştir.

Ancak eğer bu savaş kaçınılmaz ise Türkiye oynanan oyunu anlamalı, gerekli önlemleri vakit geçirmeden almalıdır.

Askeri kapasite, sivil savunma, halkın bilinçlendirilmesi, baskın durumlara hızlı reaksiyon vermek, silah üretimi için gerekli alt yapıyı kurmak gelecek için hayati önem taşımaktadır.

Görünen o ki bu savaşın iki tarafın birbirini yenememesi ile uzun sürmesi iki sonuç yaratabilir.

Bu savaş ile İran’ın rejim ihraç etme, bölgede güç gösterme şansı kalmaz,

İsrail bu savaş ile çok zarar görür, yönetim kademesi değişir bunun sonucunda “BOP” ya da diğer adı ile “Büyük İsrail” hayali çok uzun yıllar sonraya ötelenir.İki durumda da Türkiye eğer doğru bir politika üretebilir ise karlı çıkar.

Türkiye’nin burada tek yapmaması gereken şey taraf olmasıdır.

Denge politikası Türkiye’nin lehinedir. Unutmayalım ki bu savaşların hepsindeki temel amaç Türkleri bu coğrafyadan çıkarmaktır.