“Yenidoğan çetesi rezaleti” imgesi ile başlayan Türkiye’deki tüm katmanları sarsan olaylar zincirini bir süredir takip ediyorum. Ömrümün büyük bir kısmı yenidoğan ve çocuk yoğun bakımlarında geçti.

Konuşmaya ve tartışmaya katılmak yerine bir süre beklemeyi tercih ettim.

Bu toz duman içerisinde söylenen her fikir bir karanlık mağaraya atılan çığlık gibi önemsiz kalacaktı çünkü. Bu sağırlar diyaloğu nedeniyle genellemeler, bilgi olmadan fikir sahiplerinin keskin ve düzeysiz hakaretleri ile geçen günler sonrasında artık fikirlerimi söylemek zamanı.

Biliyorum hakaretler, bilgi hatalarının yarattığı ön yargılar kadar değer taşımayacak ama tarihe not etmek açısından önemli olacak. İsterseniz başlayalım.

Yeni doğanlarda hayatta kalma mücadelesi Avrupa ve Türkiye’nin çağdaşlaşma tarihi ile yakın ilişkilidir. Orta çağ da neredeyse doğan her iki bebeğin biri her dört annenin biri doğum sonrası hayatını kaybediyordu.

Ölüm hızları neredeyse nüfusu derinden yok edecek kadar yüksekti. Hayatta kalanlar için ortalama yaşam süresi 50 yılı geçmiyordu. Avrupa’da 1900 lü yılların başında enfeksiyon ile mücadele, ebe eğitimi, doğumların hastanelerde yapılmaya başlanması, kadın doğum uzman sayısını artması ile bu ölüm oranlarında hızlı ve dramatik düşüşler yaşanmaya başladı.

Bebek ölüm hızları her iki üç bebekten binde doğumda yüzlere düştü. Türkiye’de cumhuriyet kurulduğunda durum Avrupa’nın orta çağdaki durumuna çok benzerdi.

Cumhuriyet ile birlikte temel sağlık hizmetleri ve koruyucu sağlık hizmetlerinde bilimsel gelişmeler ile çok kısa sürede, ki bu avrupa için neredeyse dörtyüz yıl iken yeni cumhuriyet için kırk yılda avrupa’ya yaklaşan bir gelişme gösterdi.

Bebek ölüm hızı yani bir yaşına kadar kaybedilen bebeklerin sayısı türkiye’de 1971 yılında binde 134'tü. Aynı yıllarda dünya ortalaması binde 91'di. 2002 yılında bu rakam binde 31'e 2019 yılında binde 9,2 ye düştü. Dünyada bu tarihlerde rakamlar binde 52 ve binde 37 olarak rapor edilmişti. Yani türkiye dünya ortalamalarının çok altına inmiş ve Avrupa’nın binde 5 rakamına hızla yaklaşmıştı.

Bu ciddi gelişmenin sebeplerini ortaya koymak gereklidir. Bu ciddi gelişmede öncelik sağlık çalışanlarının aslında. Yetişen sağlık çalışanları ve hekimlerin kalitesi Avrupa ve Amerika’dan çok daha iyi.

Özellikle ebeler ve kadın doğum, çocuk hekimlerinin koruyucu sağlık hizmetleri ile entegrasyonu daha bilgili ve kritik durumda kara verme yetenekleri yüksek sağlık ekipleri yarattı.

Tıpta Uzmanlık Sınavı sahada çalışan aile hekimlerinin bilgilerinin güncel kalmasını sağladı.

Galiba bu başarıda yukarda anlattığım ekip kalitesi kadar önemli bir değişiklikte yenidoğan yoğun bakım ve çocuk yoğun bakım yatak sayılarının ve kalitesindeki artış.

2002 yılında türkiye’de özel devlet üniversite tüm yoğun bakım yatağı sayısı 2114 dü.

Bu yatakların içinde erişkin yoğun bakım yataklarıda vardı. 2020 yılında sadece yenidoğan yoğun bakım yatak sayısı toplamda 13081'e çıkmıştır.

Bu ciddi altyapı artışı bebeklerin sağ kalmasını kolaylaştırmıştır. Yetmişli yıllarda 1500 gramın altında ve yirmibeş haftanın altında doğan neredeyse hiçbir bebek yaşayamaz iken.

Artık günümüzde 1000 gramın altında ve neredeyse yirmi haftalık bebeklerin bile önemli kısmı yaşatılabilmektedir.

Ama asıl önemli olan doğum ağırlığı ve haftası normal olduğu halde ek problemleri, kalp sorunları, cerrahi problemlernedeniyle yoğun bakım takibi gereken bebeklerin yaşatılmasındaki başarılardır.

Daha önce doğumdan sonra birkaç gün yaşayıp sonra hayatını kaybeden bebekler artık doğumun hastanede yapılması, çocuk uzmanının bebeği görmesi ve bebekte en ufak sorunda bile önlem amaçlı hastanede takip ve gerekirse yoğun bakım izlemi sayesinde artık yaşıyor.

Bu konuda o kadar başarılıyızki kaybedilen bebekler için il sağlık müdürlükleri bazında her bir bebek için ciddi toplantılar yapılıyor ölümün sebeplerini acımasızca tartışıyoruz.

Ama şunu unutmamak lazım her bebeği istesekte yaşatamıyoruz.

Şimdi gelelim şu yenidoğan çetesi meselesine.

Bazı konular birbirine çok karıştırıldı. Gereksiz hasta yatışı, uzun süreli yatış, hastaların ölümü gibi göreceli ve kanıtsız meseleler medyaya servis edildi ve hakaretler ve yargısız infazlar yapıldı. Oysa her bir hasta dosyası üzerinde konuşulmalı.

Hasta dosyası bazında var olan tüm hatalar hukukun karşısına getirilmelidir.

Tüm yoğun bakımları ve hastaneleri bir çuvalın içine koymak çok tehlikeli.

Çünkü eğer genellenirse bu yoğun bakımları ve ekipleri kaybederiz.

Bu facia olur, yatıracak yatak takip edecek ekip bulamayız ve bebeklerimiz gözümüzün önünde ölür.

Bunca gelişme ölüm hızlarındaki düşme hızla bozulur ve asıl o zaman gerçekten bebeklerimizi kaybetmenin altında kalırız.

Yoğun bakımlar sağlık hizmetinin vazgeçilmez donanımıdır. Hata yapanı bulup cezasını vermek devletin görevidir. Ama aynı devlet bebeklerinin de sağlığını korumak zorundadır.

Birkaç şerefsiz ve ahlaksız yüzünden bütün bir sistemi kötülemek, gecesini gündüzünü bu bebeklerin yaşaması içinfeda edenleri çok kırmıştır.

İtiraf ediyorum benide çok kırmıştır. Birçok hastane artık bu hizmeti vermekten, birçok doktor ve hemşire yoğun bakımda çalışmaktan vazgeçiyor.

Yetişmiş insan gücünün ve teknolojik donanımın bu konuda bilgisi olmayanların, medya maymunlarının, kötü niyetli cahillerin mezesi haline getirip yok edilmesine göz yummamak lazım.

Bu ince çizgiyi koruyamazsak yakında yatıracak yatak ve bebeklerimize bakacak hekim bulamayacağız.

Çözüm sıkı denetim, standartların güncellenmesi hata yapanların genellenmeden cezalandırılmasıdır.

Bunu başaramazsak birkaç sene içerisinde ciddi pişmanlıklar yaşarız ancak iş işten geçmiş olur.

Sağlıkta bir hamle bile çok düşünerek yapılmalıdır çünkü hatanın bedeli insan hayatıdır.