Son dönemlerde siyaset yapanların bırakın dışarıdakileri kendi partilerine gönül verenleri bile şaşırtacak kararlar alması var olan tüm siyasi partilere gönül vermiş olanların tamamında müthiş bir kafa karışıklığı yaratmışa benziyor.

Bizim ülkemizde iktidara gelmek üzere kurulan siyasi partilerin varlıklarını bina edecek ideolojiler aşağı yukarı bellidir.

Muhafazakarlık, Milliyetçilik ve sosyal demokratlık üzerine bina edilen siyaset çok partili hayata geçileli beri ülke yönetiminde sıra ile söz sahibi oluyorlar.

12 eylül 1980 ihtilaline kadar aslında söz konusu siyasi partiler birbirlerinin alanına pek girmezler ve kendi meralarında yaptıkları çalışmalar ile iktidar yada muhalefet oluyorlardı.

Ne zamanki 1983 yılında demokrasiye geçişte yapılan genel seçim öncesi genel başkanlığını Turgut Özal’ın yaptığı ANAP iktidara gelmek adına tüm ideoloji mensuplarını bir araya getirmek adına “Dört eğilim” denilen siyasi anlayışı hayata geçirip iktidar oldu işte o andan itibaren hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmadı.

O tarihler bilindiği gibi Sovyet Rusya’nın dağılması, Berlin duvarının yıkılıp iki Almanya’nın bir araya gelmesi, “Asla bölünmez” diye bilinen Yugoslavya’dan önce altı sonra dokuz devletin çıkması ile başlayan rüzgar ile birlikte siyasetinde dalgalanmaya başladığı yıllardı.

Dünyada meydana gelen bu değişişlerden Türkiye’nin de etkilenmemesi elbette mümkün değildi ve Türk siyaseti de o andan itibaren yavaş yavaş ideolojilerin insanları yavaş yavaş terk etmeye başladığı zamanlar oldu.

03 Kasım 2002 yılında tek başına iktidara gelen AK Parti bilinenin aksine ANAP’tan daha fazla eğilimlerin bir araya geldiği ve tahminlerin ötesinde bir büyük koalisyonun hayata geçtiği bir iktidar olarak hayatımızdaki yerini almış oldu.

Tahmin edilenden daha uzun süre iktidarda kalan AK Parti vesilesi ile ülke sınırları içerisinde yaşayan milyonlarca vatandaşa iktidar nimetlerinden faydalanmanın ne kadar olağanüstü bir süreç olduğunu da anlatmayı başardı.

Bu iktidar nimetlerinden faydalanma ortamı vatandaşların siyaseten yürüdükleri yolu da olabildiğince değiştirdi, “İdeolojiden biraz taviz vermenin kime ne zararı olur ki?” şeklinde başlayan kafa karışıklığı herkesi bir tarafa fırlatıp atmaya yetti de arttı bile.

Bugün en katı ideolojiyi savundan en ılımlı seçmene kadar kim varsa en ufak bir menfaat gördüğü andan itibaren çok uzun yıllardır yürüdüğü siyasi yol anında terk edip karşı tarafa geçmekte hiçbir sakınca görmüyor.

Yürüyen yol bir kere değiştiğinde artık aynı mahalleye, aynı caddeye, aynı sokağa dönmenin mümkün olmadığını da ne yazık ki yaşayarak öğreniyoruz.

Bu durum makama gelenler ile makam dışında kalanlar arasında zaman zaman derin tartışmalar yaşanmasına vesile olsa da “Onun yürüdüğü yoldan bir gün bende geçebilirim” ihtimali daha büyük kavgaların ortaya çıkmasını engelliyor.

Bu durumu sorduğumuz bir arkadaşımız “-Yüksel bey herkes yolunda” şeklinde çok net bir şekilde cevaplandırıyor.

Evet.. herkes yolunda..