Yıl 1943, Sonbaharın ilk haftaları.
Arsin Ligene köyündeki evde bir telaştır gidiyordu.
Kurutulmuş fındıklar, kahverengi iplerden dokunmuş çuvallara doldurulmuş, bazı sebzeler ve meyveler çantalara sığdırılmıştı.
Sabahın erken saatinde kalkılacak, hepsi 5km mesafedeki deniz kıyısına taşınacaktı.
Sabah namazından sonra Sait talimatı verdi:
"Yola çıkıyoruz!"
Hemen herkes bir şey sırtlamıştı, dereyi takip ederek patika yoldan sahile kadar yürüdüler. 2 yaşındaki Ömer ise annesi Esma'nın kucağında seyahat ediyordu.
Sabahın ilk ışıkları ile Kendirli sahiline ulaşmışlardı. Küçük bir tekne onları sahilde bekliyordu. Hemen fındık çuvalları kayığa, diğer eşyalar ile birlikte yerleştirildi. Sıra ile herkes biniyordu. Esma da kucağında Ömer'i sıkı sıkı tutarak kayığa bindi ve bir çuvalın üzerine oturdu.
Kıyıyı takip ederek Trabzon Çömlekçi'deki eve ulaşacaklardı.
Kayık ilerlemeye başladı. Kısa bir süre sonra Arsin açıklarına gelince bir anda tekne alabora oldu. Ters dönen kayığın herkes üstüne çıkmaya çalışıyordu.
Esma da bir yere tutunduğu gibi bağırdı:
"Ula! Sait, çocuk düştü! Çabuk! Halil, Ömer denize düştü!"
Kıyıdan gelenler ile birlikte bir anda Ömer'i de suda bulup çıkardılar ve kenara getirdiler.
Ömer'in ağızından suları çıkararak hayata tutunmasını sağladılar. Hamit Ağa, kazazedeleri evine aldı. Bunları ısıttı, doyurdu ve başka bir kayıkla Trabzon'a yolladı.
Bir müddet sonra Ömer'in sol omzu ve sağ dizi iltihap etti ve şişti.
Esma:
"Sait, Ömer'in kolu ve dizi çok şişti."
Sait, bakkal dükkânını halasının kocası Kara Ahmet'e bırakarak, Çömlekçi'den yürüme Kavak Meydanındaki Numune Hastanesine gittiler. Doktor baktı inceledi ve kararını verdi:
"Sol kol ve sağ ayak kesilmeli. Yoksa iltihap bütün vücudun direncini alarak ölüme sebep olur."
Esma, kucağında Ömer ile ağlayarak dışarı çıktılar.
Sait önde, Esma arkada geldikleri yoldan eve dönüyorlardı. Moloz'da dinlenmek için bir yere oturan Esma'yı gören bir kadın, gelerek yanına oturdu:
"Hayırdır kızım, niye ağlarsın?"
Esma hem ağlar hem de olanları anlatır.
Yaşlı kadın:
"Kızım, Erdoğdu'da bir Ermeni doktor var. Bize ve başka insanlara çok faydası oldu. Bir de ona gösterin."
Esma bir umutla heyecan ile sordu:
"Nasıl buluruz? Ne olur, bize yol göster."
"Gülbahar Hatun Türbesinden yukarı Erdoğdu'ya doğru çıkın. Yol boyunca gidince karşınıza İsmetpaşa İlkokulu çıkacak, onun tam yanında, dışı sarı boyalı bir ev."
Esma, biraz ileride bekleyen Sait'e seslendi:
"Sait, gel hele. Bak Erdoğdu'da bir Ermeni doktor varmış. Ne olur, bir de ona gösterelim."
Sait bir şey demedi, Ömer'i kucağına aldı ve yukarı yola doğru ilerledi. Esma da peşinden yetişmeye çalışıyordu.
Yarım saat sonra İsmetpaşa İlkokulunun önüne gelmişlerdi. Esma heyecan ile sarı binayı göstererek:
"İşte şu bina." dedi.
Kapıyı çaldılar, bir kadın bunları içeri aldı:
"Buyurun, ne istiyorsunuz?"
"Oğlum, kolu ve ayağı kesilecek. Ne olur, bir de bu doktor görsün. Çok iyi doktor dediler bize."
"Kardeşim doktor ama çalışmıyor. Çalışması yasak. Burası bizim evimiz. Siz hastaneye gidin."
"Biz hastaneye gittik. Çocuğu kurtarmak için kol ve ayağı kesilmeli, dedi. Ne olur doktora söyleyin bir baksın."
Kadın, Sait ve Esma'ya beklemesini söyledi. Dış kapıya çıktı, sağa sola defalarca baktı. İçeri girerek üst kata çıktı.
Biraz sonra geldi:
"Siz üst kata çıkın, hemen karşıdaki odaya girin. Ben etrafta jandarma var mı bir bakayım." dedi.
Yine sıkı sıkı etrafa, jandarma olup olmadığına baktı. Sonra kapıyı sıkı sıkı kapattı ve arkasına bir sandık çekti. Hemen o da üst kata çıktı.
Doktor, Esma'yı dinledi. Ömer'i annesinden alarak odanın ortasındaki masanın üzerine yatırdı.
Çocuğun elbiselerini tek tek çıkarıyordu. Çocuğun omuzu açılınca eli ile bastırması ve çocuğun bağırması bir oldu.
Doktor:
"İltihap çok ilerlemiş. Şimdi iltihabı temizleyeceğim. Sana da bir ilaç yapacağım. Bu ilacı iyileşene kadar yaralara süreceksin. Bir de burada böyle bir tedavi yaptığımı kimseye söyleme. Şu çocuğa acıdığım için bunu yapıyorum."
Esma ile Sait'in başka çareleri yoktu.
Sadece başlarını salladılar.
Sonra doktor başladı işine. Esma bir yandan çocuğu hareketsiz tutmaya çalışırken, bir yandan da acılarının dinmesi için dua ediyordu.
Doktor iltihapları deşti. İki yerden de iltihaplar aktı ve iltihabın olduğu yerlerde çukurlar oluştu.
İşi bitince yaralara ilaç sürdü ve sararak kapattı.
"Şimdi gidin ve iki hafta sonra bana gelin. Ben size sonucu söyleyeceğim."
Çocuğu aldılar. Sait doktora ücretini ödemek istiyordu.
Doktor:
"İki hafta sonra geleceksiniz. O zaman bakacağız. Şimdi gidin ve çocuğunuza iyi bakın."
Nihayet eve gelmişlerdi. Günler çabuk geçti.
İki hafta sonunda çocuğun rahatladığı da görülüyordu.
Yine çevre kontrolü yapılarak doktorun evine girildi. Doktor acele ile çocuğu aldı ve hemen yaralara baktı. İçeri bir odaya girdi. Bir kutu içerisinde merhem getirdi:
"Bunu az az ama bir yıl sürün. Bitince kutuyu eczaneye gösterin, o size verir. Şimdi hemen gidin. Jandarma buraya girip çıktığınızı görmesin. "
Sait, cebinden çıkardığı bir miktar parayı doktora uzattı.
Doktor, bir kâğıt parayı cebine koydu, diğerlerini Sait'in cebine soktu:
"Ben merhemin parasını aldım. Diğeri senin. Çocuğa iyi bakın."
İki yarada da bir parmak kalınlığında delik oluştu. Ama Ömer günden güne iyileşti.
80 yıl sonra babamda o yara izlerini görünce, annemden bu hikâyeyi dinlerdim.