Herkesin olabildiğince yalnızlaştığı, yalnızlaşanın da son sürat sığınacak bir liman aradığı günlerdeyiz, Hayatın kendisine acımasız davrandığını, Başkalarına baktığında kendi hakkının bu olmadığını düşünen kim varsa "Yalnızlığın duvarına astım sazımı" diye hayıflanıp duruyor.

Böylesi zamanlarda sağımıza, solumuza, önümüze, arkamıza yani nereye bakarsak bakalım müthiş bir yalnızlık, müthiş bir umutsuzluk görüyoruz. Milyonlarca kalabalık içerisinde bile kendisini yapayalnız gören insanların her gün biraz daha çoğaldığı bu dünyada, tekrar eski mutlu günlerimize nasıl döneceğimiz ile ilgili soru işaretleri hemen herkesin aklını kemiriyor.

Biz de toplumun ortalamasını yaşayan bir evlad-ı vatan olarak bu yalnızlıktan ve artık gizlenemeyen umutsuzluktan mecburen payımızı alıyoruz. Eskisi kadar tahammüllü değiliz. Yapılan haksızlıklara ve yanlışlıklara bundan 20 yıl önceki gibi sabır gösteremiyoruz. Kısacası tahammülsüzlüğümüz son dönemlerde en ileri noktada.

Yaşımız artık 50’li yılların son döneminde, Toz duman bir hayat yaşadık yıllarca, Ne gençlik bildik nede taze hayaller geriye dönüp baktığımızda hayatımızın sürekli bir mücadele içerisinde geçtiğini bu mücadelenin de kendimiz için değil daha çok memleket meseleleri ile ilgili olduğunu görüyoruz.

Hal böyle olunca geriye bir tek geçmişin muhasebesini yapmak ve geçmiş günler ile ilgili bizi o günlere götürecek eserlere olan ihtiyacımız sürekli artıyor, bu eserleri bulup incelemek gibi bir merak oluşuyor.

Yolların Sonu, Nihal Atsız’ın 1946 yılında yayınlanan şiir kitabıdır. Hüseyin Nihal Atsız bu kitapta bütün şiirlerini toplamış. Kitabın ismi, Yolların Sonu adlı şiirden geliyor.

"Bu gün yollanıyorken bir gurbete yeniden

Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize. 

Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden 

itler bile gülecek kimsesizliğimize."

diye başlayan ve içerisinde herkesin bir şeyler bulduğu şiir o gün bu gündür güzelliğinden ve öneminden hiçbir şey kaybetmemiş durumda.

Yolların sonu ifadesi aslında herkes için çok büyük anlamlar ifade ediyor. Hayatın keşmekeşliği içerisinde oradan oraya koşturulan bir noktada insan arada bir ayağını gaz pedalından çekip frene bastığında, etrafında olup bitenleri daha kolay görme imkanına sahip oluyor.

İnsanın kendisini anlamaya başladığı 25’li yaşlardan hayatının son dönemlerine kadar olan süre, aslında çok büyük hayal kırıklıkları ile dolu. Geçip giden hayatında ister başarılı olsun, ister başarısız, yıllar sonra aynaya baktığımızda kendimizi bambaşka bir noktada görmenin çaresizliği ile yolların sonunun geldiğini acı da olsa anlayabiliyoruz.

Etrafımıza şöyle bir baktığımızda önce dedelerimizin, ninelerimizin, sonrasında anne ve babalarımızın, sonunda da yakın çevremizdekilerin tek tek aramızdan ayrılıp ebedi aleme göç ettiğini gördükçe, yolların sonu kavramanın aslında hepimiz için kaçınılmaz bir son olduğunu maalesef görüyoruz.

Bundan 20 yıl 30 yıl önce aynalara daha sıkı bakan, aynalar ile büyük dostluklar kuran bir insan, bugünlerde yıllar yıllı evinin bir köşesinde duran boy aynasına baktığında bir an da aynayı kıracak, paramparça edecek duruma geliyor ve “Neden böyle düşman görünürsünüz, yıllar yılı dost bildiğim aynalar” diye sitemde bulunuyor.

Böyle bir noktada yani yollarının sonunun her gün biraz daha üzerimize geldiği zamanlarda insan ister istemez geçmişi, yıllar yılı yaşadıklarını, eşini, dostunu, arkadaşlarını daha derin bir şekilde analiz etme gereği hissediyor.

Yaptığı değerlendirmeler sonunda kendisinin dostlukları dolayısı ile ne kadar zararda ya da ne kadar faydada olduğunun hesabını yapan insan, bundan sonrası için de hesabını kitabını ona göre yapmayı planlıyor ancak bir miktar da geç kaldığını üzülerek anlıyor.

Dünya ile birlikte Türkiye’de de her geçen gün insan ömrü bir miktar daha artmış olsa da, insan geçen zaman içerisinde kendi kendisini daha iyi değerlendirdiğinde, şartlar ne olursa olsun orta yaş grubunu geçip ileri yaş grubuna adım attığında, hayatın her geçen gün kendisi için biraz daha zor olmaya başladığının farkına varıyor.

Bizden önceki nesillerin hiç birisi şu an dünyada yok. Dedemiz, yok, ninemiz yok, annemiz yok, babamız yok, amcalarımız, halalarımız, dayılarımız, teyzelerimiz ise çoktan bu dünyadan ayrılıp ebedi aleme göçüp gittiler.

Böyle bir süreç ile karşı karşıya kalan insan bir anda;

"İster düşün… 

Kendini ister hayale kaptır

Uzar uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların

Bakarsın aldanmışsın, gördüğün bir seraptır 

Sevimli bir hayale açılırken kolların."

diye var olan durumunu bir kez daha gözden geçirmeye başlasa bile, var olan kaderden asla kaçılamayacağını yolların sonunun kendisi için de geldiğini fark eder ve sonrası için kendisi ile ilgili kaderini yaşamaya ve olabilecekleri beklemeye başlar.

Yolların sonu aslında herkesin bir noktada eşitlendiği yer. İster dünyanın en kudretli devlet adamı olsun, İsterse milyonları peşinden koşturan bir sanatçı olsun, ya da dünyanın yarısına sahip zengin bir işadamı olsun hepsinin geldiği nokta yolların sonudur.

Dünyanın bu kadar yalnızlaştığı, insanların her gün biraz daha kendi kabuğuna çekildiği, yalnızlığın kaçınılmaz bir gerçek olduğu şu günlerde herkes geçmişi özlüyor. Dün yaşadıklarını her önüne gelene anlatıyor, dününün bugünler de çok daha iyi olduğu gerçeğini hatırından çıkarmıyor.

Atsız şiirin bir bölümünde;

"Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların

Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.

Dün benimle birlikte gelen tanıdıkların

Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda. 

İfadesini kullanıyor."

Acı, gönül, yenilmek, tanıdıklar, hatıralar, gayız, gitmek gibi ifadeler bugünlerde herkesin hayatında daha fazla bir yer tutuyor. 

Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını çok iyi bilen yarım asırlık yaş grubu da hasret türkülerinin, gurbet hikayelerin hayatında daha fazla yer tuttuğuna şaşırarak şahit oluyor.

Bizim gibi.