'Bu aziz heykelin önünde duranın hürmetle, milletini kurtaran, cumhuriyeti kuran, aleme yeni bir tarih yaratan' diye devam eden sözlerle süslenmiş içi boşaltılmış devlet tiyatrosu sarayını kurtaracak denen Ziraat Bankası ve kent müzesi alanında bulunan iki heykeli ile ünlü meydanında  yeşillerini aradığım Bursa'dayım...


Doksan harbi ile ünlü doksan bin askerin beyaz karlar içinde donarak öldüğü memleketten çok uzaklarda şeftalisini aradığım ama betonundan sararan yeşilini bile bulamadığım ve en az 90 bin Ardahan'lının olduğunu öğrendiğim bu kentte ne aradığımı da düşünürken yanı başından geçen İpek Böceği adlı kent metrosunun bir öncesi olan trenin durağını arayan Ardahan ve Ardahanlılar,onları aradığım aklıma geldi.


Ve o bir araya gelemedikleri ile hep eleştirilen Ardahanlıları aradığımı ve bu aramada bir hayli yorulduğumu hissederken Aktaş"ı gölgede bırakan Çıldır Gölü gibi kirlenip, deniz saylası denen ama aslında kanalizasyonun yüzeyini bataklığa dönmüş denizin içinde kendimi buluyorum benim gibi yorgun olan aracımla birlikte bindiğim İDO’nun feribotunda..


Ve aynı feribota benzer iki tane teknenin getirilip, siyasilerin reklamı ve şowu diye bir süre yüzdürüldükten sonra kenara çekilen Çıldır Gölünün mavi sularını düşünürken salyadan dolayı beyazlanan Marmara’yı geçip geldiğim, suyu köylere verilmeyen Kısır tüneli açılmayan Ulgar ve sularının büyük bölümünün Beşikkaya Barajı ile Çoruh'a akıtılacağı netleşen Allah’uekber dağlarını kıskandıran Uludağ’ı izledim hakem oğlumun bir süre önce zirvesine çıktığı Ağrı  Dağı misali bana selam verirken.. 


Ve bu dağın üzerindeki Yalanızçamdaki  gibi bir kayak tesisinin olduğunu ama Yalanızçam değil, aşırı sıcaktan bunalan ve yeşili sararan, kaybolan bu dağın daha çok bilindiğini düşünüyordum aradığımı bulamamanın stresi ile ne aradığımı bilmeden geldiğim bu kentte..


Ve gazetemizi yapan Şahin'in 'Abi yazın gelmedi, gazete baskıya girecek' deyip, aramasıyla alelacele yanı başında oturup, telefonla torunum Ezel'e 25 yıldır her gün yazdığım bir günlük yazımı daha yazdırırken o heykeller gibi yerimde donup kala kaldığımı da etrafları beton duvarlarla sarılmış devletin valiliğini, karakollarını da izlerken..


'Bitti, bitirdik, sona geldi ele başlarını imha ettik' denenlerin her an saldıracağından olacak ki korkup etraflarını beton bariyerlerle saran resmi dairelerin bu kentte de çok olduğunu görüp, gözlemlerken sararmış yeşillerini okşayıp, koklayamadığım bu kentten ayrılıyordum iki heykelin yanında üçüncü heykel olmamak için…