Öncelikle, çok duyarlı biz erkeklerin köhne kahvehaneler de bir araya geldiklerinde, en çok kadınların yaptıkları söylenen ama erkeklerin daha çok yaptığı dedikodularla yedikleri naneleri birbirlerine anlatırken, bir taraftan da şak, şuk, “ver birliyi, al sana papaz” diyerek oynadıkları okey ve fantiler eşliğinde o özel denen aslında çok da özel kalmayan maceralarını anlatırken, Başar Sabuncu’nun yönettiği, Şener Şen ile Perran Kutman’ın başrolünü oynadığı Yaz Kızım filminin başrol oyunculuğuna soyunmuşlar. Çok iyi iş çıkarmışlar. Güldüklerini siz kadınlar bilmeseniz de, ben o kadronun takıldığı kahvehanelere zaman zaman uğrayan hacı şakirtle yıkanmış temiz bir erkek olarak iyi bilirim.
Ancak gerek gazetecilik mesleğim, gerekse hayatta yaşananlar dolayısıyla, ayağımızın alışkın olduğu o adaletin arandığı adliyelerde, hemen her gün dinlendirilen “Yaz kızım” sözü, mahkeme salonlarının hakimler, avukatlar, sanıklar ve tanıklardan ibaret olmasının yanında, bir de patronun ya da benim gibi gazetecilerin hatırladığı projeyi, teklifi, kısacası yazılması gerekenleri bilgisayara yazdırmak için konuşulanları yazdırmak için “yaz kızım” kısa bir gülümsemeye yol açan bir deyimdir.
Gerçi benim 36 yıla yaklaşan gazetecilik hayatımda, sıkça karşılaştığım savcı ve hakimlerin ciddiyetlikleri ile önlerinde tetiğine basılması için bekleyen makineli tüfek misali daktiloların başında duran yazıcılar zaten öyle bir sözü kullanmayı müsaade etmeden, 10 parmağıyla işini en güzel şekilde yapan Adliye çalışanşanları bana hep o ünlü uzay filmi Uzay Yolu adlı filmin başrol oyuncusu Star Trek’i hatırlatırlar. Hatta bu filmi özetlediğim bir duruşmamda, kadın hakimi önce bir hayli kızdırmış, sonra da güldürmüştüm.
Çünkü yazdığım bir haber dolayısıyla karşısına geçtiğim hakime hanım, salonda kim var, hangi davayı gördüğünü ve en önemlisi yaptığım haberi beğenmeyen zamanın vali mi, kaymakam mı, emniyet müdürü mü hatırlamadığı bir idarecinin şikayeti üzerine yargılanan bana bakmadan, “Yaz kızım” pardon “Söyle oğlum” demeden “Evet, anlat” deyince, ben de benden habersiz olan hatta salonda girip, girmediğime bakmayan kendisine, “Neyi anlatıyayım hakime hanım?” deyince, vay sen misin bunu diyen diyerek, başını kaldırıp yüzüme sertçe bakıp haykıran hakime hanım, “Nasıl neyi anlatıyayım diyorsun? Sen bilmiyor musun burada niye olduğunu?” diyerek sert ve yüksek sesle beni fırçalarken, ben gayet sakince, saygımı bozmadan hakime hanımın nefes almasını bekledim.
Sonra dedim ki: “Hakime hanım, siz de biliyorsunuz ki yerelde yazdıklarımız ulusala yansıyınca koparılan kıyamet ardından hakkımda birçok dava açılmış. Ve bu davaların birçoğunu değil hemen hepsini üst mahkemelerde kazanmış bir olarak ben nereden bileyim hangi davayı göreceksiniz? Kaldı ki, benim bildiğim her celsede siz ‘Anlat’ demeden tanık ya da sanığa iddianameyi sanığın veya tanığın yüzüne okumak zorundasınız. Ve önünüzde bulunan ve sizi dinlemek, duymak için size doğru uzayan kulaklarıyla hep Star Trek’e benzettiğim yazıcılarda her celsede sanık ya da tanığın yüzüne okumak zorunda olduğunuz iddianameleri yeniden yazması gerekmez mi?” dedim.
O kızgın yüz birden değişti ve gülerek, “Evet Fakir bey, doğru dediğiniz, ama Star Trek’ler dahil hepimiz yoğunuz. Bakın önümde daha çok dava var. Dosyaları sıraya koyduğumu da sizin bildiğinizi sanarak anlatın dedim' özür niyetli tavrıyla salonda birden esen o sert rüzgarı indirince, sağlanan barış ortamı ile “Tamam hakime hanım, şimdi ben diyeyim mi yaz oğlum?” deyince, salonda bulunan avukat, yazıcı ve Kemal Sunal’ın Saygılar Bizden filmine konu olan mübaşirde bize katılarak gülmüştük.
Evet, nereden esti şimdi bu yazı diyecek olursanız, bu yazıyı bana yazdıran o hakimi hatırlatan genel koordinatörümüz Senay Hanım’ın “Fakir bey, yazınız ne durumda, baskıya yetiştir mi?” deyince, ben de onca haber ve çalışma varken “Hemen… Az kaldı bitiyor” deyip, mahcup olmamak için daha başlamadığım yazıma gaz vermek için kendi kendime “yaz oğlum” diyerek, Uzay Yolu adlı filminin başrolündeki Star Trek’i kıskandıran hızla jet hızıyla yazdım. Bu “acaba oldu mu” diye merak ettiğim ve her gün gidip gazete bayisinde almanızı umduğum ŞOK Gazetesi’ne attığım son yazım...