Çocukluğunda ağacın az, kiremit rengi toprağın bol olduğu bir bozkırda yaşadığını hatırladı adam. 
Artık orta yaşın verdiği kendi kendi ile kalmanın huzuru ile hatırladı.

Sokakların köşesinde parmak kalınlığında akan çeşmeleri, taş döşeli dar ve rutubetli mahalle aralarını, yolun kenarından akan küçük su kanallarını, akşamları solgun yanan sokak ışıkları ile hatırladı. 

Sabah uyandıran horoz ötüşleri, ahşap evlerin pervazlarında korku ile şehvet arasında sıkışıp şakıyan yalı çapkınlarının, şakayıkların, bülbüllerin o gürültülü uyandırışları ile başlardı güne.

Anası çok erkenden kalkmış, evin pencerelerini açmış, elinde süpürge önce yatak odası sonra oturma odasını süpürmüş olurdu.

Mutfakta ocağa konulan çayın tıkırtısı,oturma odasına serilen yer sofrası, mutfakta pişinin, kızartmanın ekşi kokusu, peynirin zeytinin ve reçellerin konduğu sini, kızartılan ekmek ve baharın rüzgârı ile yatak odasına kadar gelen insanın karnını acıktıran lezzeti ile kalkardı çocuk.  

Banyonun soğuk ve yüze vurduğunda insanın nefesini kesen suyu ile yüzünü yıkar dişini fırçalardı.

Üzerindeki mavi çizgili pijamasını hızlıca çıkarır önce yere atar sonra aklına anasının terliği gelince toplar yatağın üzerine koyardı.

Taze çay kokusu, bardaklardaki buğu, siniden alel acele yenilen kahvaltı, radyoda yuttan sesler korosu. 

Dışarıya olan merak ile Kahvaltının bir kısmı ağza doldurulur, ananın tüm bağırtıları ve sinirlerine rağmen, konuşamadan ya da konuşamadan, kaçarak, ayakkabı giyilir ver elini sokak.

Küçük bir kasabanın, küçük bir mahallesine bir küçük çeşmeye açılan dar bir harman yeri. 

Çeşmenin kenarında küçük bir taş duvar, arkasında yaşlı bir ceviz ağacı, sağda solda bütün gece koşturmuş yorulmuş sokak köpekleri, sürekli bir heyecan ile sürtünen ürkek sokak kedileri. 

İşte tüm çocukların ortak adresi, toplanma yeri. Çocuk çıktığında arkadaşları onu bekliyordu. 

Hızlı birkaç selam sonrasında koşar adımlarla kel tepeye yolculuk başlardı.

 Tam yola çıktığında ekipten bir çocuk “rüzgâr var uçurtmalarımızı alalım” dedi. 

Herkes sanki onu bekliyormuş gibi evlerine dağıldı. Çocuk merdivenleri hızlıca çıktı anası mutfakta yemek yapmaya başlamıştı.

Odasına gitti, ahşap cilası dökülmüş dolabını açtı, uçurtmasını ve ipini alıp hızlıca çıktı evden.

Kasabanın dışarısında elma bahçelerinin, nazlı akan derenin ve sıvası dökülmüş eski evlerin sonundaydı kel tepe. 

Koşarak tepenin yamacına geldiler herkes gibi çocukta uçurtmasının son kontrolünü yaptı.

Çok güzel bir rüzgâr ve bulutlu bir hava vardı. Koşarak tepenin üstüne doğru uçurtmalarını açtılar.

Rüzgâr uçurtmaları gökyüzüne taşıdı. Rengarenk kuyrukları, rüzgâr vurunca çıkardıkları tiz sesleri ile bir cümbüş başladı.

Tepede sırt üstü yatıp, uçurtmalarını seyrettiler uzun uzun. Çocuk hep ayaktaydı.

Yüzüne vuran serinlik içini titreten bir heyecan ile gökyüzüne baktı.Uçurtması ve rüzgâr ile konuştu, sırlarını mırıldandı, şikayetlerini anlattı. 

Rüzgâr şiddetlendi bir anda yağmur başladı. Uçurtması çıldırmış gibiydi. Kontrol edemiyor, ipini sararak aşağıya çekmeye çalışıyordu. 

Yağmur yüzüne bir tokat gibi vuruyordu çocuğun, uçurtmanın hamur ile yapıştırılmış kenarları açılıyor rüzgâr tüm isyanı ile uçurtmayı kendine çekiyordu. 

Birkaç dakika sonra uçurtma dağıldı rüzgâr ve yağmurun karmaşasında kayboldu gitti.

Çocuk ağlayarak ipi topladı, diğer çocuklarda topladılar iplerini.

Çocuk gökyüzüne baktı “sana da sır vermeye gelmiyor” dedi.

Yağmur sağanağa dönmüştü, gök gürlüyordu, rüzgâr fırtınaya dönmüştü. Çocuklar birbirlerine yaklaşıp indiler tepenin üstünden.Tepede sadece yağmur dans ediyordu.