14 mayıs 1950 yılında yapılan genel seçim öncesini hatırlayalım, Normal şartlarda “Milli Şef” İsmet İnönü’nün siyaseten en güçlü olduğu dönem.
Ancak seçime “Yeter söz milletin” sloganı ile çıkan Adnan Menderes önderliğindeki Demokrat parti silip süpürüyor, seçmen Menderes’i başbakan yapıyor.
İslamköy’den çıkıp zor şartlarda eğitim gören Süleyman Demirel tüm engellemelere rağmen altı kere gidip yedi kere geliyor ve Türkiye’nin en büyük makamı olan Cumhurbaşkanlığına kadar yükseliyor.
12 Eylül 1980 ihtilali sonrasında demokrasiye geçişte 1983 yılında yapılan genel seçimde “Beşli Cuntanın “ başı Kenan Evren’in gece gündüz “Oyunuzu Milliyetçi Demokrasi partisine verin Turgut Sunalp’ı başbakan yapın” şeklindeki yönlendirmesine rağmen seçmen ANAP’ı iktidar partinin genel başkanı Turgut Özal’ı da önce başbakan sonrada Cumhurbaşkanı yaptı.
03 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimde “Muhtar bile seçilemez” denilen Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Partisini iktidar yapan seçmen sonra Erdoğan’ı başbakan en sonunda da Cumhurbaşkanlığı makamına taşıdı.
Medyanın ve iletişimin bu kadar yaygın olmadığı dönemlerde siyasi partiler köy, kasaba, il,ilçe demeden düzenledikleri mitingler vasıtası ile seçmene ulaşıyor ulaştıktan sonrada seçmeni ikna ettikleri ölçüde oy alabiliyorlardı.
Sonra kamuoyu araştırma şirketleri çıktı, bu şirketler seçim öncesi partiler adına yurt genelinde anketler yaparak bir noktada seçmenin eğilimini kamuoyu ile paylaşmaya başladılar.
Söz konusu şirketlerin bir kısmının tahminleri doğruya yakın çıkarken çok önemli bir kısmının seçim sonrasında kapılarına kilit vurduklarına şahit olduk.
Son dönemlerde artık araştırma şirketleri araştırma yapmaktan çok kendilerine yakın gördükleri siyasi partilere daha fazla oy akışı yapabilmek ve yüzer gezer oyları bir partiye kanalize etmenin mücadelesini vermeye başladılar.
Ancak geldiğimiz noktada isimleri “akıllı” olan telefonlar sayesinde tüm vatandaşlarımız merak ettikleri bilgiye çok değil saniyeler içerisinde ulaşıyor, edindikleri bilgiler ışığında sandığa giderek oy kullanıyorlar.
2018 yılında tanıştığımız Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ister istemez Türkiye’de iki kutuplu bir yapıyı mecbur ediyor, Normal şartlarda yüzde 30 civarında oy alabilen bir siyasi parti tek başına iktidar olabiliyorken bu sistemde yüzde elli oy alamayan sistem dışına düşüyor.
Böyle bir noktada kutup başı olan iki partiye gönül vermiş ve söz konusu iki parti ekseninde hayat bulan yazar-çizer-düşünür- yorumcu diye bildiğimiz kim varsa 7/24 iki parti dışındaki siyasi kurumları yok etmenin mücadelesini veriyorlar.
Söz konusu yönlendirmenin istenildiği gibi netice vermediği son birkaç seçimdir görülüyor, Bunun farkında olan “Siyaset mühendisleri” şu sıra 31 mart 2024 tarihinde yapılacak olan yerel seçim için gece gündüz propaganda yapmaktan geri durmuyorlar.
Anlatmaya çalıştığımız siyaset mühendisliğinin ne kadar işe yarayıp yaramadığını ancak seçim tamamlanıp sandıklar açılınca öğrenebileceğiz.
Biz hiç usanmadan “Siyasi partileri kişiler kurar ancak yaşayıp yaşamayacaklarına seçmen karar verir” tezini savunuyoruz.
Bu fikrimiz hiç değişmeyecek.
Çünkü kim ne derse desin kim hangi türlü yönlendirmeyi yaparsa yapsın her seçimde son sözü seçmen söylüyor.
Seçmene güvenmek lazım..