Her çocuk yetişkin olduğunda yaratılmışlığı, kâinatı, varlığını sorgulayacak, kendince bulduğu cevaplara göre yaşamını sürdürecektir. Bu aşamada doğru bir kaynaktan, hurafeye dayalı olmayan dini inanç ve bilgileri kazanmış olması, yaşantısında denge oluştururken, sağlıklı olmayan bir dini bilgiye sahip olması, bu tür gruplara girmesi, bazı sorunlu davranışların oluşumunda etkili rol oynayacaktır.
Bu sebeple, bizler ister inançlı olalım isterse inanç düzeyimiz farklı olsun, çocuklarımıza bilimsel yol ve yöntemlerle, devletin okullarında ya da devletin diğer kurumlarında çocuklarımıza din eğitimi aldırmamız gerekir.
Bu şekilde yetişen çocuğun dini bir yaşantı seçip seçmemesi, onun kişisel tercihidir ancak dini, dinin ibadet şekillerini doğru öğrenmesi hem kendisi hem de toplum açısından son derece önemlidir.
Bizler, çocuklarımıza din adına ne öğretmekteyiz?
Aslında burada cevaplanması gereken esas konu, dinin ibadet yönü mü yoksa dinin ahlâk yönünün mü öğreteceğiz meselesidir?
Bir kişinin dinin ibadet yönünü öğrenmesi, sabaha kadar namaz kılması, ibadet etmesi, komşusuna, çevresindeki insanlara çok fazla katkı sağlamaz. Bu dinin bireysel boyutudur.
Ancak, inançlı bir kişinin kul hakkını gözetmesi, komşu hak ve hukukuna saygı göstermesi, yalan söylememesi, insanları aldatmaması, dinin sosyal boyutudur.
O halde bizler çocuklarımıza önce dinin sosyal boyutunu kazandırmamız gerekir.
Dinin ibadet boyutunu yaşayıp yaşamama, tamamen bireyin tercihine kalmış bir durumdur.
Din ile ahlâk eğitimi birbiri ile iç içedir ve her dini yaşayan insanın ahlâklı olması beklenir.
Ancak, inançlı olduğu, dini yaşadığı halde ahlâksız davranışlar sergileyen, buna karşın inançsız, ateist olduğu halde ahlâklı davranışlar sergileyen insanlar vardır.
Bu sebeple çocuklarımıza ahlâki değerleri ön koşulsuz öğretmemiz, ahlâklı yaşama tarzını benimsetmemiz, ebeveyn olarak sorumluluklarımız arasındadır.
Arzu edilen, beklenen durum, din ile ahlâkın aynı potada eritilmiş ve hayata dönüştürülmüş halidir.
Çocuklar büyürken çoğu zaman bazı ahlâki sorunlar yaşayabilir.
Örneğin, küçük çaplı hırsızlık vakaları görülebilir.
Bu küçük sorunlar daha sonra tüm topluma ait olan hakları çalmaya kadar götürür bugünkü şartlarda herkesin apaçık gördüğü bir durumdur.
Bu aşamada geleneksel Türk ailesi: “Bizi kepaze ettin. Aile onurumuzu iki paralık ettin. İnsan içine nasıl çıkacağız?” gibi soruları sorup tepki verir.
Bu davranış, hırsızlık davranışına yapılması gereken uygun bir tepki türü değildir ve hatalıdır.
Çünkü aile tepkiyi kalıplanmış insan davranışında vermekte, çocuğu dış dünya, çevre ve toplum baskısı ile terbiye etmektedir.
Ayrıca burada çocuğa verilen gizli mesaj, “Hırsızlık vakası duyulmadığında sorun yoktur. Duyuldu, kepaze olduk.” temasıdır. Çocuklar çoğu zaman hırsızlık maksadı ile olmasa da, merak etikleri şeyleri alma ve evlerine götürme, saklama davranışı sergileyebilirler.
Bu aşamada olayı tanımlamak, çocuğa hırsız damgası vurmak, şiddet kullanıp ıslah etmeye çalışmak fevkalade yanlış bir ebeveyn davranışıdır. Çocuğa yaptığının yanlış olduğunu anlatmak, başkasına ait olan şeyleri izinsiz almanın sonuçlarını paylaşmak, hatta kendisine ait bir şeyin izinsiz alınması halinde yaşayacağı duygu yoğunluğunu sorup empati yapmasını sağlamak gerekir.
Sonuç olarak, çok fazla dini konu anlatmak, çok fazla ahlâk anlatmak yerine dinin ve ahlâkın yaşandığı ortamları yaratmak daha etkili bir yöntem olacaktır.