Zaman her şeyin ilacı, kendine gel imanım
Boz bulanık akan sular durulacak, bilesin
Böyle gelmiş, böyle gider diye bir şey yok canım
kokuşmuş düzenin çarkı kırılacak, bilesin

Kötü söz sahibinindir, bunu iyi anla, bil
Bu yol çok çetin bir yoldur, bildiğin gibi değil
Ne kimseyi aşağıla, ne de kimseye eğil
Gel bre, dertli divani yar olalım yarsıza
Bir yerine bin yuh olsun onursuza, arsıza
Duygu, emek sömürene, talancıya, hırsıza
Dur diyecek ulu divan kurulacak, bilesin

Vicdan –vicdansızlık üzerine dilimizedolandı bu türkü.

Vicdan susuzluk anında o büyük ormanda şelalenin sesine kulak vererek yönümüzü tayin etmektir. Zira vicdan kendimizi bilmeye başladığımızdan beri ses tonunu hiç duymadığımız ama içimizde hep bize yol gösteren bir rehber, bir öğretmen konumundadır. Sadece insana özgü olan vicdan kavramı, işte bunun birde zıttı vicdansızlık kavramı…

Son zamanlarda toplum olarak vicdanımız-vicdansızlığımız aklımız her konuda alabildiğine karışık.

Geçim sıkıntısı ile mi uğraşalım, yakın çevremizdeki savaş ve katliamlaramı üzülelim dayatılan korku ve paniklere mi kayıtsız kalalım, siyasilerin kavgasına müdahil olup karşı cenah olarak gördüğümüz düşünce yapısı ile mi savaşalım bilemedik.
Ne dünyada nede ülkemizde işler iyiye gitmiyor. Ülkemize bakarsak halk olarak bu gidişe bidur demekten de kaçınmıyor değiliz. Yanlış anlamayın sandıktan yada seçimlerde ki tercihlerinizden bahsetmiyorum. Bahsettiğim toplum olarak devşirilmeye başladık.
Ülkeye gece biri çomak sokuyor ve ertesi gün yine aynı sorunlara uyanıyoruz. Çoğunluk sanal medya beylik sözleri gırla paylaşılıyor. Ülke nasıl kalkındırılır araştırmıyor nasıl gelişime katkı sağlanır neresinden tutulur, diye düşünmüyoruz.
Yakın zamanda Almanya ya yaptığımız gezide öğrendiğimiz bir bilgiyi paylaşayım; ikinci dünya savaşından mağlup ayrılan bir devlet ikiye bölünmüşken nasıl bir sanayi devrimi yaparak otomobil ve makine sanayinde dünya devi olmuş anlatayım bilenleriniz olsa da…

Savaş sonrası Almanya 1940 lar’ın sonlarına doğru kalkınma hamleleri yapmaya çalışan Alman hükümetine binlerce imzadan oluşan bir mektup ulaştırılır.

İşlerine ve okullarına giden Alman halkı kullanmaya çalıştıkları kısıtlı toplu taşıma araçlarında cam olmadığını yaz-kış bu araçlarla yolculuk etmenin oldukça zor olduğunu trenlerine ve otobüslerine cam takılmasını istediklerini belirten bu mektubu Alman hükümeti bir defa ve oldukça net cevaplar.

‘Kendi cam fabrikamızı kurana kadar otobüs ve trenlerimizde ki şartları değiştiremeyiz’.

Halk bu cevabı beğenmese de benimser ve bunun kendi gelecekleri için bir adım olduğunu fark eder. Sanırım bu örnek bile bize bazı şeyleri anlatıyor. Tüketen bir toplum haline geldik.

Elbette insani ihtiyaçlarımız var, elbette bizlerde refah seviyesi yüksek insanlar olarak yaşamalıyız ancak kalkınmış tüm Ülkeler bir yada iki kuşağı heba etmişler.

Oysa biz 1940ların başlarından itibaren gemisini kurtaran kaptanı oynamışız.

Zenginler daha zengin olurken fakirler daha da zor duruma düşmüşler.

Çevremizde oynanan oyunları fırsat bilen bazı uyanıklar (vicdansızlar) geleceği düşünmeden kendi ceplerini doldurmak için hareket etmişler. Kendinden olmayanı yanına yaklaştırmamış pastayı sadece kendisi yemek istemişler.
Diğer tarafta sokakta yapılan konuşmalarda herkes Almanya, İngiltere, İsveç, Norveç gibi ülkelerde ki insani hakları istiyor ve denetimsizliklerinden yakınıyoruz.

Sanıyor musunuz ki saydığım Ülkelerde teftiş memurları var. Yok, oralarda denetleyiciler bizzat halkın kendisi. Ahlaka veya kanuna aykırı gördükleri her durumu bildiren bir halk aslında kendi geleceğini korumakta.

Gelin görün ki bizde şikayet ‘İspiyonculuk’ olarak algılandığı için bu mekanizma çalışmamakta.

Şimdi “etsek ne olacak” diyenler vardır elbet. İşte bu düşünce bu mekanizmanın çalışmasını engelleyen yegane olgudur.

Dolayısı ile isteklerimiz çok yaptığımız bir şey yok.

Maalesef zaten,bir sorun olduğunda “Çözün” demeden çözmeye yeltenmeyen, hatta bırakın çözüme yönelik adım atmayı, karar verici  “Hadi” demese sağına soluna bile bakmayacak şımarık, gerçek dünyadan kopuk, kendi fanusunda yaşayan çocuklardan ibaret bir oluşumvar.

Bu kadar varoluşsal ve köklü bir düğüm nasıl çözülecek, açıkçası bilemiyorum.Umarım bir gün gelecek o şımarıklar, güneşte eriyen buz misali yok olup gidecekler.

Vesselam…