Sabah kenarından dere çağlayan bir ilçe ilkokulunda serin ve rüzgârlı bir günde tanımıştım Cumhuriyeti. Üzerimizde siyah okul önlükleri, beyaz yakalarımıza işlenmiş kırmızı ay yıldız. Sıraya girmiş ve istiklal marşını okumuştuk. Müdür sol göğsünde bir madalya kafasında Atatürk’ün taktığı kalpak ile yaşlı bir adamı tanıştırmıştı bize.
Mehmet onbaşı sesi titreyerek ama vakur ve gururla savaşı ve cumhuriyeti anlatmıştı. Mehmet onbaşı istiklal harbinde hemen hemen her cephede savaşmış, iki kez yaralanmış. İzmir’e girdiğinde uzun uzun ağlamıştı.
Savaşı anlattı bize sanki Kocatepe’den dört nala koşar gibi İzmir’e heyecanlıydı. “Vatan toprağı söz konusu olunca başka lafa lüzum yok” dedi.
Sonra durdu bir süre “Cumhuriyet” dedi. “Cumhuriyet bugün benim burada olmam, sizin büyüyüp büyük adamlar öğretmen, bakan cumhur reisi olmanız demek. Cumhuriyet her türkün eşit ve haklı olması, kendi kararını kendi verebilmesi demek. Unutmayın Atatürk olmasaydı geleceğiniz olmayacaktı” dedi.
Derenin çağıltısı sustu bir an sanki rüzgâr kesildi, içimdeki ürperti ile ilk kez tanışmıştım o gün Cumhuriyet ile.
Yaşım cumhuriyetin ellinci yılını yetmiş beşinci yılını görmeye yetti. Ellinci yılda ilk okulda bir çocuktum sokaklarda heyecan vardı. Her evin balkonlarında asılı Türk bayrakları, fener halayları, radyoda cumhuriyet marşları, genç cumhuriyet atasını kaybetmiş, çok partili seçimler yapılmış, kadınlar hâkim, profesör olmuş, fabrikalar, üreten genç yüzlerin sayısı artmış, köylülük dışında kaderi olmayan orta çağ yerine modern bir ülke kurulmuştu.
Tabi ki bu güzel şeyler yanında ihtilal, idamlar da olmuştu ama her şeye rağmen Türkiye medeni bir ülke olmuştu.
Yetmiş beşinci yılında artık hekim olmuştum umutlarım ve geleceğe ait büyük hayallerim vardı.
Mehmet onbaşının dediği gibi cumhuriyet bana hekim olma hakkı, hayal kurma cesareti vermişti.
Sokaklarda hayal kurma cesareti, balkonlarda bayraklar, herkesin yüzünde bu ülkede yaşamanın gururu vardı.
Mahallelerde, caddelerde marşlar yaşlı amcaların teyzelerin gözlerinde nem, göğüslerde madalyaları ile gaziler, kırmızı beyaz giysileri ile bando takımları, konfetiler ve haklı bir gurur vardı.
Yüzüncü yıl, artık orta yaşlı bir adamım ben. Hayallerim bitmedi. Tıpkı bu ülke gibi. Her gün yeni bir dünyaya uyansak da her gün moralimizi bozan insanlığımızdan utanmamıza neden olan savaşlar ve acılara şahit olsak da hayallerimiz hiç bitmedi.
Kölelikten biz kurtaran, özgürlüğümüzü veren, fabrikalarda üretim, limanlarda deniz kokusu, tarlalarda başak, okullarda marş, sokaklarda hayal olan cumhuriyetin sayesinde bu yaşananlar. Birey olma hakkını savunma, eğer istenirse yapabilme hakkının adı cumhuriyet.
Cumhuriyete rağmen yapılanlar, cumhuriyeti yok saymalar aslında onun ne kadar önemli olduğunu bize her gün yeniden hatırlatıyor.
Bazen karanlığın en dibi olduğunu düşünüyoruz.
Ama ben biliyorum ki cumhuriyetin kurulduğu o yıllardan daha karanlık ne olabilir ki?
Tıpkı Mehmet onbaşının dediği gibi, cumhuriyet benim burada olabilmem, sizin hakkettiğinizi almanız, ortak karar verebilmek.
Unutulmaması gereken en önemli şey bu hayallerin kurucusu Atatürk, çünkü; o olmasaydı hayallerimiz bile tutsak olacaktı.
İlk o dere kenarındaki okulda tanıştım Cumhuriyet ile. Uzun yıllar gurur ile yaşadım. Cumhuriyet benim yüreğimdeki güvercin. Hayal yaşama sevinci. Sonsuza kadar cumhuriyet sevinci dileğim, ülküm. Umarım yüzyıllar boyunca bu ülke bu gururu yaşamayı sürdürür. Çünkü hem cumhuriyet hem bu halk hem de kurucusu Atatürk bu soylu yolculuğu hakkediyor.