Çocukluğuma ait birçok anım var benim. Bir kısmı silik kopuk ve cılız, bir kısmı canlı sanki dün yaşanmış gibi. Çocukluğumu geçirdiğim o küçük Anadolu kasabasında soğuk günlerde kutlanırdı 29 Ekim.

Anılarım içerisinde belkide en güçlüsüdür. 

Sabah okulun bahçesinde toplanırdık. Dışarda çağıldayarak akan derenin sesi, ördeklerin şamatası, ağaçların dallarından ve yaprakların haşarılığından doğan gürültülü bir boşluktaydı Asım Eren ilkokulu. Okulun bahçesinde her sınıf kendi yerinde sıraya girer ve andın okunması ve istiklal marşını beklerdik.

Okul müdürü ardından kısa bir konuşma yapardı, soğuk olurdu hava, üşümeyelim diye hızlı konuşur ve bitişte sıra ile ilçenin meydanına yürüyüş başlardı.

Önümüzde trompetleronların da önünde elindeki majör ile bandoyu yöneten bando şefi olurdu.Haftada en az bir gün bando çalışması olur ve çalınacak üç ya da dört parça tekrar tekrar çalınırdı. İşte bu provalar işe yarar sıcaklıktan bir miktar akordları bozulsa da güçlü bir bando sesi çıkardı. İlçenin caddesine ulaşır ulaşmaz esnafın güler yüzleri ile bizi alkışlaması ile karşılaşırdık.

Ellerinde lokum kasaları, alıç, leblebi, akide şekeri,kurşun kalem, silgi dağıtırdı o soluk dükkanların çırakları. Bu merasim geçişinin sonu Atatürk heykeliydi. Heykele yaklaşınca lisenin öğrencileri, ortaokul talebeleri, o tertemiz üniformaları ile askerler, istiklal ve kore gazileri, mahalle bekçileri, askeri fabrikanın işçileri heybetli bakışları ve temiz giysileri ile hayranlık uyandırırlardı. Herkesin yüzünde gurur vardı.

Cumhuriyet fikri ne olursa olsun herkesin görüşünde taşıdığı bir madalyaydı.

Kaymakam ve ilçenin müdürleri de yerlerini alır ve merasim başlardı. Bu törenlerin galiba en güzel duygusu beraber ayrımsız bir birliktelikti. Yaşa, göreve cinsiyete bakmayan birlikte olma hali. 

Tören bitimiyle tüm kortej caddeyi cumhuriyet dövizleri, marşları ile geçer en güçlü ve ses getiren kortej hep lise öğrencileri olurdu.

Akşam mutlaka fener alayı düzenlenirdi. Ben babam ve kız kardeşim o alayda ellerimizde küçük gaz fenerleri ile yürürdük. Ağaçlar, sokak hayvanları sanki geçişimizi seyreder, evlerinin pencerelerinden bizi seyreden yaşlı teyzeler amcaların gözlerinde daima birkaç damla yaş olurdu. Alay bitiminde babam asker olduğu için orduevinde baloya katılırdık.

Askerler o pırıl pırıl üniformalarını, eşleri rengarenk gece elbiselerin çocuklar ise bayramlıklarını giyer, komutan ve eşi önce çocukların sonra tüm katılımcıların masalarını gezer bayramlarını kutlar ve balo başlardı.

Bu balolarda mutlaka İzmir marşı, onuncu yıl marşı çalınır hep bir ağızdan cumhuriyet Atatürk için söz verilirdi.

Artık bu törenlerin hiçbiri yapılmıyor. Küçük bir Anadolu kasabasındaki heyecan tüm yaşayanları kapsayan gurur yok artık. Üstün körü yapılan kısa törenler, sadece idarecilerin katıldığı merasimler.

Artık cumhur bayramını kutlamıyor kutlamasına izin verilmiyor.

Çocuklar gençler özgürlüklerinin insan olmalarının adı olan Cumhuriyeti evde geçirilen bir tatil olarak biliyorlar.Ben biliyorum ki Cumhuriyet hep var olacak bu yorgun ve hasarlanmış halinden kısa sürede çıkacak.

Cumhuriyet Bayramımız Yüce Türk Milletine kutlu olsun. Cumhuriyetin kuruluş hikayesini Nutuk’tan bizzat Atatürk’ün sözleri ile bitirelim.

“Yemek sırasında: «Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz» dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim. Yaptığım programın ve verdiğim talimatın uygulanışını göreceksiniz!

Efendiler, görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim.

Çünkü, onların da aslında ve tabiî olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Halbuki, o sırada Ankara'da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan Cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi saydılar