Benim anne tarafım Selanik göçmenidir. Dedemin evlatlarını, erkek kardeşi ve eşini alarak bir küçük limandan başlayan Adana’nın boğucu sıcağında biten bir deniz yolculuğu, çöken Osmanlıdan geriye kalan en büyük acısıdır.
Gemide açlık, hastalık ve kaybedilen canlar. Dedem eşini bir çocuğunu kaybederek iner gemiden. Adana yaşanabilir gelmez geride kalanlara. Sıcaktır o zamanlarda sıtma salgını da vardır. Korkarlar. Dedem saat tamircisi. “Bir tas çorba, bir baş sokacak ev buluruz be kızanlar hade gidelim Trakya’ya” der ve uzun bir yolculukla gelirler. Keşan’da bir kuru derenin yamacında bir kayanın üstüne yerleşirler.
Çalışkandır dedem, saat tamir eder, o kuru dereyi ağaçlandırır, taşıma toprak ile bostan yapar tarla yapar kendisine. “bilin ki kızanlar açlığın vardır çaresi, yokluğunda ama esaretin çaresi yoktur. Şükredin te be kendi memleketimizdeyiz bundan güzel ne vardır” diyerek sevgili gibi büyük bir şefkat ile tamir ederken saatleri sahiplerine anlatır olanları.
Yeniden evlenir.
Erkek kardeşi İstanbul’a taşınır. Yeni bir aile, yeni çocuklar hızla akan yıllar, vakti gelipte terk ederken bu dünyayı dudaklarından son dökülen “şükür vatanım şükür” olur.
Dedemin anavatanda doğan çocukların tamamı kız doğar. Amcaları İstanbul’a taşınınca kızlarda biraz büyüyünce taşınırlar amcalarına.
Yokluk yılları, karne ile kumaş ve ekmek zamanı. Okullarını okurlar önce ablalardan birisi evlenir.
Kardeşlere yardım etmek için ama koca alkolik. Dedem kızının ismini her söylediğinde için için ağlar bu yüzden. Annem artık genç bir kız olmuştur.
Amcası bir gün Heybeliada’ya gönderir onu. Hasta bakıcılık ile başlayan verem hastanesi günleri.
O yıllarda verem ciddi problem. Kimse de verem hastanesinde çalışmak istemiyor.
Annem çalışır ama. Sonra öğrenci olarak hemşire okuluna başlar. Hem çalışır hem okur. Okul bittiğinde Heybeliada’nın en güzel hemşirelerinden birisi olur. Tüm kardeşleri toplar bir gün dedem. Galiba helalleşmedir yaptığı.
Selanik türküleri söyler, birkaç duble erik rakısı içer, kızlarına sarılır. “Kızanlarım unutman zordur memleketsiz yaşamak. Te be şükür artık memleketimizdeyiz. Selanik’ten ayrılırken biliyordum bunları. Memleketin var ise huzurun vardır” der.
Kızları ile geçen birkaç günün ardından vefat eder.
Dedemin vefatından sonra hem Selanik’ten gelenler hem de Türkiye’de doğanlar uzun yıllar boyunca birlikte ayakta kalma mücadelesini sürdürürler. Kızlar evlenir eşleri çocukları olur.
Aile büyür. Keşanda o karanlık derenin kenarındaki ev, meyve veren ceviz ağaçları, ayvalar, şeftaliler bir süre sonra dedenin arkasından yalnız başına mücadeleyi bırakıp kurumaya başlar.
Ev yıkılır, dere kurur, geçmişine döner karanlık dere. Arada, sırada, bayramda, seyranda toplanıldığında Selanik göçü, dedem ve hayata dair bildikleri herşeyi çocukları gözleri yaşlı anlatırlar ailenin yenilerine.
Hüzünlü bir göçmen hikayesi bu, herkes evine yatağına geçtiğinde bir süre hayallerde ve yaşlı gözlerinde kalan acıklı bir göçmen hikayesi.
Sabah uyanıldığında hayat tüm dedemin çocukları için bu vatanda yaşamanın gururu haline gelir, mücadele başlar.
Bu anıları paylaşmamın amacı geçmişi resmetmek değil aslında. Bu aralar ülkemize gelen kaçaklar ve sığınmacılar ile ilgili akıl karışıklığı. Bir göçmen ailenin çocuğu olarak bu konuda biraz fikri tartışma yapmak.
Geçmişte Anadolu topraklarına gelenler Osmanlı tebası idi. İmparatorluk toprak kaybettikçe orada yaşayan uç beylikleri zamanında iskan edilen Türkler ve Osmanlı’nın diğer etnik grupları mecburiyetten ana toprağına Anadolu’ya ricad ettiler.
Avrupadan, Selanik’ten, Bulgaristan’dan, adalardan, mısırdan, Arap çoğrafyasından, Osmanlı küçülerek Anadolu’da toplandı.
Yani gelenler bu toprakların öz evlatlarıydı. Yakın zamanda da benzer bir şekilde Bulgaristan’dan en son da Bosna’dan soydaşlarımız öz topraklarına geldi.
Çünkü onlar yüzyıllar süren Avrupa’nın türkleştirilmesi fikrinin neferleriydiler. Gittiler görevleri bitti ocaklarına geri döndüler. Tıpkı dedem gibi.
Oysa şu anda topraklarımızda bulunan Suriyeli, Iraklı, Afganistanlı, Pakistanlı ve dünyanın bir çok ülkesinden gelen kaçak ve sığınmacıların muhacirlik ile ilgisi yok.
Suriye’de oluşan iç karışıklık nedeniyle can güvenliği sorunu yaşayanların Türkiye’ye sığınmasını çok insani bir durum olarak görüyorum. Pakistan ve bir çok Afrika ülkesinden gelen kaçakların böyle bir sebebi de yok.
Kaldı ki Suriye’de söz konusu tehlikede yok artık. Sayıları milyonları bulan bu kaçak ve sığınmacının bu ülkenin kısıtlı kaynaklarına ortak olduğunu unutmamak lazım.
On milyonun üzerindeki bu düzensiz göçün ülkemizde demografik yapıyı değiştirdiğini kaba tabiri ile demografik tecavüze sebep olduğunu görmezden gelmenin sonuçlarını çok ağır olacağına inanıyorum.
Bu büyük kaçak kitlenin ivedilikle vatanlarına gönderilmesinin ekonomi üzerindeki olumlu etkisini bir yana bırakalım, ciddi güvenlik sorunlarının ve demografik sıkıntıların hızla düzeleceğini görmek için kahin olmaya gerek yok.
Mesele can güvenliği ise savaş bitti, mesela vatan ise burası onların vatanı değil, mesele daha iyi yaşamak ise bu yük bize çok ağır gelir.
Dedemin dediği gibi “ şükür vatanım şükür” herkesin vatanında yaşamasını sağlamak lazım. Vatanınızda sığınmacı haline gelmeden hemde.