Bencillik, insanın içindeki en derin ve en gizli kuyulardan çıkan bir fısıltıdır. İlk başta zararsız görünür; kendini koruma içgüdüsü gibi...
Ama zamanla büyür, dallanır, budaklanır. Sevgiyle, merhametle, paylaşmayla beslenemeyen bir kalpte kök salar.
Bencil insan, dünyanın yalnızca kendi etrafında döndüğüne inanır.
Başkalarının duyguları, düşünceleri, acıları onun için yalnızca gürültüdür; duymaz, görmek istemez.
Oysa hayat bir denge meselesidir. Verenle alan, düşünenle hisseden arasında kurulan görünmez bağlarla güzelleşir.
Bencilce yaşamak, bu bağı koparmaktır. İnsan yalnızlaştıkça fark eder yaptığı hatayı. Ama bazen çok geçtir… Çünkü bencillik, zamanla insanın en yakınlarını bile uzaklaştırır.
Dostluklar biter, aşklar solar, aileler yavaşça sessizleşir.
Bir düşün: Bir sofrada herkes paylaştıkça doyar. Ama biri tüm ekmeği alırsa, o doyarken diğerleri aç kalır. İşte bencillik, bu sofrada sadece kendi tabağını düşünenin hikâyesidir. Ve sonunda, kalabalıklar içinde bile yapayalnız kalmak, bencilce yaşamın kaçınılmaz sonudur.
Bencil insanlar çoğu zaman kendilerini haklı görmekten yorulmazlar. Çünkü empati yetileri körelmiştir. Başkasının yerine kendini koyamaz, bir yaranın içini göremezler.
Haksızlığa uğrattıkları kişilerin gözlerinde biriken yaşları bile umursamazlar. Kalp kırmakta usta, gönül almada acizdirler.
Ve belki de en acı olanı şudur: Bencil insan, en çok kendine zarar verir.
Çünkü çevresindeki herkes yavaş yavaş ondan uzaklaştığında geriye sadece kendi yankısı kalır.
Sevildiğini sanır ama aslında sadece katlanılmıştır.
Anlaşıldığını zanneder ama aslında hep susulmuştur.
Oysa ne güzeldir paylaşmak, dinlemek, anlamak ve bir başkasının mutluluğunda kendi huzurunu bulmak.
Gerçek insanlık, başkalarını da hesaba katabildiğimizde başlar.