​Son yıllarda yaz tatillerimi doğup, büyüdüğüm topraklarda(Tokat/Artova) geçiriyorum. Burada, hem babadan kalma topraklarla haşır-neşir oluyor, hem de çocukluk ve gençlik dönemi arkadaşlarla aradan geçen uzun yılların hasretini gideriyoruz.

​Bulunduğum yerde(Bağ evi) televizyon izleme imkânım olmayınca, güncel ve politik olaylardan da oldukça uzağım. Bu vesileyle seksenine merdiven dayamış bir kişi olarak, gençlikte okul dönemlerimizde alışkanlık haline getirdiğimiz kütüphanede kitap okuma merakımızı yeniden tazelemeğe çalışıyoruz.

​Artova İlçe Kaymakamlığına ait kütüphane, son derece donanımlı, raflarında on binlerce kitap olmasına rağmen ne yazık ki içinde okuyacak kimse yok. İlk günlerde belki yaz tatilidir o yüzdendir diye önemsemedim. Ancak, arkadaş…biriki tane de olsa okuyan çıkmaz mı koskoca ilçede diye düşünürken, gerek iktisaden gerek bilim yönünden ve liyakatli insan eksikliğimizin önde gelen sebeplerinden birinin de okumayan, okumayı sevmeyen bir toplum oluşumuz geri kalmışlığımızın en bariz örneği olarak görüyorum.

​Kütüphanede on binlerce kitap var demiştim. Raflardaki kitaplara bir bir göz gezdirdim.  Dikkatimi ilk çeken:“Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı”nın bir dizi kitabı gözüme ilişti. İçlerinden biri: “Atatürk Dönemi Türkiye – ABD İlişkileri” isimli bir kitap ve yazarı: “Dr. Semih Bulut.”Kitap merakımı çekti. Birinci Dünya savaşına bütün Avrupa devletleri karışır da, ABD bu süre zarfında neler yapar, okumaya başladım.

​Atatürk dönemine gelmeden önce Osmanlı devletinin son yıllarındaki Osmanlı – ABD ilişkilerine göz atmakta fayda olduğuna inanıyorum.

Türk – Amerikan ilişkilerinin tarihçesi, XVIII. Yüzyılın sonlarına dayanıyor. 1783’te bağımsızlığını kazanan üç milyon nüfusa sahip ABD ile gerileme dönemine girmiş olan otuz milyon nüfuslu Osmanlı Devleti arasındaki ilk ilişkiler, tahmin edileceği gibi Amerikalı girişimcilerin ticari faaliyetleri ile başlıyor. Osmanlı devleti ile birçok ticari anlaşma yapan Amerikalılar; 1877 – 1878 Osmanlı Rus savaşı sonrası politikalarında Osmanlı için bir dönüm noktası olmuştur. O zamana kadar ABD ile iyi giden ilişkiler, Avrupalı büyük güçlerin tutum değiştirmeleri sonunda ABD’de hisseden pay koparmak istercesine bir bahane uydurarak, Bâbıâliyi Ermenilere kötü davranmakla suçladı.

​ABD, bu politikalarını desteklemek için Osmanlı devletinde bulunan misyonerlerini ve okullarını kullandı. Misyonerler, Ermeniler hakkında sürekli gerçek dışı raporlar hazırlayıp ABD Senatosuna gönderdiler. Diğer yandan bugün Suriye ve Kuzey Irak’ta PKK ‘ya verdikleri destekte olduğugibi, Ermeni isyanlarının fikri ve teorik alt yapısını oluşturdular. Bu şekilde 1889 – 1896 yılları arasında birçok Ermeni isyanının çıkmasına katkı sağladılar.

​Bu yılları takiben, Osmanlı – Amerikan ilişkileri, ABD’nin misyoner okullarına izin isteği veya Ermeni meseleleriyle ilgili tehditkâr baskıları devam etti. Osmanlı Devletinden taleplerine karşılık gelmeyince, Akdeniz’e savaş gemileri gönderdi. 1895 yılında Ermenilere katliam yapıldığı iddiasıyla “San Fransisco” ve “Marblehead” isimli savaş gemileri İzmir, İskenderun ve Beyrut’a gönderildiler. Osmanlı Hükümeti üzerinde baskı oluşturmak için gönderilen bu gemiler, Ermenilerin katledildiğine dair hiçbir delil bulamadan geri döndüler.

​ABD aynı baskıcı politikalarının devamı olarak, Ermeni ayaklanmaları neticesinde zarar gören Amerikan okullarının zararının tanzimi için 1900 yılında Kentucky savaş gemisini Osmanlı sularına gönderdi ve bu sayede istediği tazminatı Babıâli’den aldı.

​ABD’nin Osmanlı’ya karşı baskıları durmak bilmiyordu. Ermeni isyanlarına karışan bazı ABD vatandaşı Ermenilerin tutuklanmaları, isyancıların üs olarak kullandıkları Amerikan okullarının bazılarının kapatılması sebepleriyle bu seferde Karayipler Filosunu İzmir’e gönderdi. Osmanlı Devleti bu konudaki Amerikan isteklerini de ne yazık ki karşılamak zorunda kaldı.

Devam Edecek