Geçtiğimiz Cuma günü Egenin incisi İzmir’de meydana gelen deprem felaketi sonrasında yaşadığımız acılar Edirne’den, Kars’a kadar hepimizin içini yaktı, enkaz altından cansız çıkan cesetlere ağladık, günler sonra onca enkazın altından canlı çıkan kardeşlerimizin durumu karşısında bu kez sevinç gözyaşları döktük.
Deprem felaketi sonrası enkazdan canlı olarak çıkan her yaştan vatandaşlarımızın durumunu “Mucize” olarak değerlendirdik, Onca ağırlığın altından sapasağlam çıkanları gördükçe “Allah’ım sana şükürler olsun “diye dua ettik.
Son dönemlerde kıs aralıklı zaman dilimleri içerisinde meydana gelen deprem felaketleri sonrası enkaz altından sağ çıkanlar için sürekli “Mucize” ifadelerini kullanıyoruz ancak asıl mucizenin vatandaşlarımızı hemen her deprem felaketi sonrasında enkaz altında kalmaktan kurtaracak önlemler olduğunun farkına bir türlü varamadık.
İzmir depremi bize deprem gerçeğini tekrar hatırlattı. Dolayısı ile İzmir depreminde ve geçmiş depremlerde vefat eden tüm vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyoruz.
Kabul etmemiz gerekiyor ki depremler maalesef olmaya devam edecek ve zayıf binaları ayıklayarak bizlere etkisini gösterecek. Depremleri önceden bilmek şu aşamada mümkün değil.
Elimizdeki tek imkan güvenli bina yapmak. Televizyonlara çıkan uzmanlar kendi alanlarıyla ilgili önemli uyarılarda bulunuyor ve yaklaşan İstanbul depremini hatırlatıyor. Marmara depremini bire bir yaşamış birisi olarak bize göre de deprem konusuna büyük pencereden bakmaya ihtiyaç var.
Bundan önceki depremlerde de yaptığımız araştırmalar sonrasında karşımıza çıkan bilgiler ışığında Türkiye’de 2 tip binanın olduğu gerçeği ortaya çıkıyor
1- Ruhsatlı ve iskanlı binalar (1999 Büyük Marmara depremi öncesi ve sonrası yapılar)
2- Ruhsatsız binalar (imar aflı veya imar affına başvurmayanlar dahil)
Öncelikle 1999 depremi öncesi yapılan tüm binalar ile ruhsatsız binalar hasar durumuna bakılmaksızın deprem güvenlik testlerine tabi tutulmalıdır. Bu testler kurulacak olan Bağımsız Uzman Kuruluşlar (araç muayenelerindeki TÜVTÜRK benzeri) tarafından yapılmalıdır.
Bu testlerin finansmanı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda oluşturulacak kentsel dönüşüm fonlarından sağlanıp vatandaşa ek yük getirilmemelidir. Yapılacak testlerde deprem dayanımını sağlayan binalara Güvenli Yapı Sertifikası verilmeli ve bu test sonucunda güçlendirilmesi gereken binalar uzun vadeli düşük ödemeli kaynak oluşturularak güçlendirilmesi sağlanmalıdır.
Yıkılması gereken binalar ise belli bir süre verilerek yıkılmalı, ancak en az aynı İmar hakkı ile ve yeni deprem yönetmeliğine göre yapılabilmesi sağlanmalıdır. Güvenli yapı sertifikası tüm binaların alım satımlarında, devirlerinde veya kiralamalarında zorunlu olarak aranmalıdır.
Ülkemizde bina asansörlerinin muayenesi var. Kırmızı etiket alan asansör kullanıma kapatılıyor. Enerji kimlik belgesi artık zorunlu olarak isteniyor. Ancak binanın kendisi iskan aldıktan sonra bir daha denetlenmiyor.
Zaman içinde taşıyıcı sisteme kolon keserek veya farklı bir şekilde zarar verilebiliyor ya da taşıyıcı sistem doğal nedenlerden ötürü zayıflayabiliyor.
Bu nedenle binaların da yine aynı uzman kuruluşlar tarafından periyodik olarak (örneğin 5 yılda 1 defa) muayene edilmesi sağlanabilir. Böylelikle tüm yapı stokumuz depremsellik yönüyle denetlenmiş olacaktır.
İmar Kanunu ve diğer ilgili mevzuatın ivedilikle değiştirilmesi şarttır. Yoğun yapılaşmaların olduğu yüksek apartmanlar yerine Yatay Konut mimarisine mutlaka geçilmeli, kentlerin çeperinde müsait alanlarda düşük yoğunluklu ayrık nizam ve mümkün olduğunca bahçeli ve az katlı binalar tercih edilmelidir.
Edirne’den, Kars’a kadar olan ülke coğrafyamızda şehir yerleşim alanlarının kapladığı alan çok az. (yaklaşık yüzde 5) Ülkemiz büyük oranda boş. Tarım, orman, su havzaları, kıyılar, zemin riskli alanlar, sit alanları vb. yerler dışındaki müsait alanlara doğru kentler tabanda yayılarak büyütülmelidir.
Şehirlerde nüfusu belirleyen kriter konut alanlarındaki yoğunluk değeridir. Daha yaşanılabilir şehirler için bu değerlerde ve şehircilik standartlarında yasal değişiklik şarttır. İnsanımız toprağa yakın yaşamayı seviyor. Yeni planlanacak alanlarda az katlı, düşük yoğunluklu, yeşillikler içindeki bahçeli evlere ağırlık verilmelidir
Ayrıca nüfusun büyük kentler üzerindeki baskısını azaltmaya yönelik planlamalar yapılmalıdır. Kentlerde de doğa içinde yaşamı sağlamak adına köylere dönüşü desteklemek gerekir. Köylerimiz ve köyde yaşam daha cazip hale getirilmeli, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi sağlanmalıdır.
Bir kez daha belirtiyoruz, Ülkemiz deprem kuşağı içerisinde bulunuyor, dolayısı ile depremden kurtuluş yok, öyle ise meydan gelen ve gelebilecek depremlerde televizyonlar karşısında dizelerimize vuracağımıza deprem öncesi alınacak tüm yasal önlemleri bir kanuna bağlayıp asla taviz verilmeyecek bir noktaya getirebilenin yolu açılmalıdır.
İnsanı yaşatmaktan daha daha büyük mucize ne olabilir ki.?