(Vefat eden değerli sanatçımız Ferdi Tayfur'a ithaf ediyorum.)
Hayat, herkes için farklı bir şarkı söyler. Kimine neşeli ezgiler armağan eder, kimine de hüzünlü, derin bir melodiyi… İşte o melodinin adı çoğu zaman "arabesk" olur.

Arabesk hayat, bir yaşam tarzı değil, bir ruh halidir. İçine doğduğun koşullarla uzlaşamamanın, hayata küsüp yine de ondan kopamamanın, acıyı kutsayıp umudu dualarla beslemenin ta kendisidir.


Arabesk bir insanın hayatı, çelişkilerle doludur. Fakir bir mahallede, dar sokaklarda büyümüş bir çocuğun gözlerindeki umut gibi…

Bir yandan yokluk içinde yaşam savaşı verirken, bir yandan da o yokluğun içindeki küçücük mutluluklarla hayata tutunmaya çalışırsın. Gönlünde fırtınalar kopar, ama dışarıya yalnızca bir sigaranın dumanını üfler gibi dingin görünürsün. İşte arabesk ruh, bu görünmeyen fırtınaların sesidir.


Arabesk hayatın insanları, yoklukla dost olmayı öğrenmiştir.


Yokluk, arabesk ruhun en sadık yol arkadaşıdır. O yokluk ki kimi zaman boş bir tencerenin altındaki sönmüş ateştir, kimi zaman da gökyüzüne umutla bakan bir çift yorgun göz.

Ama yoklukla dost olmak, onun seni yenmesine izin vermek demek değildir.

Aksine, o dostluk, yokluktan hayal yaratma sanatıdır. Elinde avucunda hiçbir şey yokken bile "belki bir gün" diyerek yaşamaya devam etmektir.


Arabesk hayatın bir diğer gerçeği kaderdir. “Bu benim alın yazım” diyerek boynunu bükmek gibi görünür ilk bakışta. Ama o boyun eğişin ardında derin bir bilgelik saklıdır. Hayatın karşısında diz çöker gibi durursun, ama içten içe ona meydan okursun.

Her düşüşünde bir türkü yükselir. Dudaklarından; her acıda, kalbinden bir mısra doğar. “Mazideki acılara bir selam” deyip yola devam etmeyi öğretir arabesk. Çünkü bilirsin ki kaderin tek hükmü yoktur, insan umut ettiği sürece her şey değişebilir.


Arabesk, en çok aşkla parlar ve en çok ayrılıkla kanar. Sevdalar, bu hayatın en saf mutluluğudur, ama aynı zamanda en büyük yarasıdır. Çünkü arabesk insan, sevdiğini de yitirdiğini de en derin şekilde yaşar. Kavuşamamak, unutamamak, vazgeçememek...

Bu duygular, arabesk hayatın temel taşlarıdır. Sevda, yaralı bir kuş gibi avuçlarında çırpınır; ama sen yine de onu beslemekten vazgeçmezsin.

Çünkü aşk, acının kardeşidir bu hayatta.


Arabesk hayatı yalnızca acıyla tanımlamak büyük bir hata olur. O, aynı zamanda umudun en saf halidir. Çünkü bu hayatın insanları, en karanlık gecelerinde bile bir yıldız arar gökyüzünde.

Bir şarkının nakaratında, bir annenin duasında, bir çocuğun gülümseyişinde hep bir ışık vardır. Acının içinde saklı o umudu görmek, bu hayatın en büyük becerisidir. Ve arabesk insan, o umudu kaybetmez.

Çünkü bilir ki en derin karanlık bile bir gün aydınlanır.
Arabesk, hayatın acı gerçeklerini dillendirir ama onları kabullenmenin değil, onlarla baş etmenin yolunu arar.

Bir türküde, bir şiirde, bir haykırışta bulur kendini. “Batsın bu dünya” derken bile içten içe dünyayı yeniden kurmanın hayalini kurar.

Çünkü arabesk hayat, ne acıya teslim olur ne de umudu tamamen yitirir. O, kederle umudun dansıdır. Ve bu dans, hayatın en içten melodisidir.


Arabesk hayatı anlamak için onu yaşamak gerekmez; hissetmek yeterlidir.

Çünkü hepimiz, hayatın bir köşesinde bir türküye tutunmuşuzdur.

Ve o türkü, bize her defasında aynı şeyi fısıldar: "Acı geçer, umut kalır."