Ülkemiz için önemli bir seçimi geride bıraktık. Bütün dünyanın da merak ve heyecanla takip ettiği seçim sonucunda halkın çoğunluğu mevcut iktidarın devamından yana oy kullandı. Her seçimin mutlaka bir kazananı ve bir de kaybedeni olması muhakkaktır; umarız zaman bize ülkenin, milletin ve demokrasinin kazandığını gösterir...
Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına bakıldığında, ne kazananın "büyük bir zafer elde ettim", ne de kaybedenin "öldüm, bittim, mahvoldum" demesini gerektirecek bir sonuç ortada mevcut değil. İşte bu manzara karşısında her iki tarafa da önemli bir görev düşmekte. Vakit kendimizle yüzleşme, geçmişin muhasebesini ve geleceğin planlarını yapma, seçim heyecanıyla unutulan ya da üstleri örtülen sorunları enine boyuna irdeleme ve çözüm bulma vakti. Daha da önemlisi, artık yankı odasının etkisinden kurtulup, dışarı çıkma zamanı...
Yankı odası etkisinin ne olduğunu bilmeyenler için kısacık bir bilgi vereyim;
"Yankı odası etkisi", aynı düşünce etrafında birleşen insanlara sunulan bilginin o sınırlı alanda kalması, hiç sorgulanmadan benimsenmesi ve bu suretle gerçeğin dışlanmasıdır. Böyle bir durumda karşıt düşünceler baskılanır, susturulur ve onlara hayat hakkı tanınmaz.
Bir başka deyişle, yankı odası kendinden olmayan diğer seslerin itibarsızlaştırıldığı "bizim mahalle"nin bilimsel adıdır.
Bizim mahallede herşey filtrelenmiştir. Bu filtre sayesinde bireyler karşıt görüşler ve farklı düşüncelerden kendilerini izole ederler ve onlara hayat hakkı tanımazlar. Bu mahallede sadece kendi doğrularına inanılır, karşı mahallenin söyledikleri asla doğru olarak kabul edilmez. Hatta onlara göre karşı mahalledekiler kötü niyetli, geçimsiz ve hatta haindirler. Kısacası, bizim mahallede "körler sağırlar birbirlerini ağırlar"...
Seçimlerin geride kaldığı şu günlerde, çok zor da olsa, bütün siyasi partiler ve bireyler için artık yankı odasından çıkma, hatalarla yüzleşme, özeleştiri yapma ve karşı mahalle dediklerimizin söylediklerine de kulak verme zamanı...
Ne iktidardarın "nasılsa ben kazandım, bütün ipler benim elimde" deyip şımarması ve nobranlaşmasının, ne de muhalefetin olanı biteni at gözlüğü ile bakıp, kendi hatalarını görmezden gelmeye devam etmesinin bu ülkeye hiçbir faydası olmayacaktır.
Kazanmış olmak hatasız olmak manasına gelmeyeceği gibi, iktidar olmak da mutlak muktedir olmak manasına gelmez. Hakimiyetin kayıtsız şartın millette olduğu asla unutulmamalıdır. Dolayısıyla iktidar sen-ben demeden, bizim mahalle ya da karşı mahalle diye ayırım yapmadan bütün halkı kucaklamalı ve adil bir hizmet sunmalıdır. Başka türlüsü zulüm ve kul hakkı yemek olur. Zira bu halkın sağcısı-solcusu, inançlısı-inançsızı, kadını-erkeği, Türkü-Kürdü, özetle her bireyi vergi vermekte ve kendi çapında bu ülkeye katkıda bulunmaktadır. Seçilinceye kadar partinin milletvekili ya da Cumhurbaşkanı adayı olabilirsiniz, ama seçim bittikten sonra bütün milletin vekili ve Cumhurbaşkanı olmanız bir zorunluluktur...
Öte yandan, kaybetmiş olmak da dünyanın sonu değildir. Bu ülkede muhalefete de büyük sorumluluklar düşmekte olup, güçlü ve rasyonel bir muhalefetin ülkeye sağlıyacağı katkıları kimse inkar edemez. Muhalefetin zayıf ve etkisiz olduğu ülkelerde buna paralel olarak iktidar da zayıflar, rehavete kapılır ve hatalar yapar; bu durumdan zararlı çıkanlar ise topyekün bütün halk ve ülke olur. Unutulmaması gerekir ki, muhalefetsiz bir iktidar frensiz arabaya benzer...
Gelelim seçim süreci ve öncesinde hem iktidarın hem de muhalefetin yapmış olduğu bazı yanlışlıkları irdelemeye;
Öncelikle, her iki tarafın da karşı tarafın söylediklerine kulaklarını tıkadığını ve gözlerini kapadığını gördük. Ne yazık ki iki taraf da "Acaba karşı taraf ne diyor, söylediklerinde haklılık payı var mı" diye sorgulamayı hiç düşünmediler. Hatta bu konuda o kadar ileri gittiler ki, "Bu iktidar dünyanın en doğru işini yapsa bile bizim onları alkışlayacak halimiz yok" diyen siyasileri bile gördük. Oysa ki doğru yapılan işleri desteklemek hem erdemdir, hem de siyaseten kazançlı bir tutumdur.
Aynı durumun iktidar için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Muhalif olanın her söylem ve eyleminin yanlış ve yalan olduğunu düşünmek doğru değildir. Muhalefeti destekleyenlerin hain, cahil ya da zavallı olduklarını söylemek ve hatta bunları ima bile etmek yanlıştır. Zira talip olunan milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı gibi makamlar, isimleriyle müsemma olarak yalnızca belli bir kesimin değil, bütün toplumun temsil edildiği görevlerdir. Bu açıdan bakıldığında, Cumhurbaşkanlığı seçimini önde bitiren Tayyip Erdoğan'ın balkon konuşmasını Ak Parti binası yerine Cumhurbaşkanlığı makamının yer aldığı Külliyeden yapması son derece doğru bir davranış olmuştur.
Seçim sürecinde yapılan en önemli hatalardan birisi, iktidar olma uğruna ülkemize göz diken, bölücülük yapan ve kan döken oluşumlardan medet umulmasıdır. Oysaki herkes bilir ki hiçbir terörist karşılıksız iş yapmaz, destek vermez. Hele ki ipleri dışarda olan teröristler ve onların destekçilerinin, kendi iradeleriyle karar vermeleri asla mümkün değildir.
Seçim sürecinde gördüğüm ve beni en çok üzen hususlardan biri de siyasilerin kullandığı dil ve üslup oldu. Şu taraf bu taraf demeden, hemen hemen her siyasi liderin üslubu nezaketten ve zerafetten uzaktı. Sebebi ne olursa olsun hiç kimsenin diğerini aşağılamaya, rencide etmeye, hatta hakaret etmeye hakkı olamaz. Hele ki bunu yapanlar topluma malolmuş siyasi figürler ise, daha dikkatli davranma zorunlulukları vardır. Zira onların üslubu topluma yansımakta ve zaman içerisinde de kötü üslup normal hale gelebilmektedir...
Son söz;
Demokratik yönetimlerde siyaset amaç değil araçtır. Aracı amaç haline getirdiğimizde, asıl hedefi kaybetmemiz mukadderdir..
Esen Kalın...