İletişim çağında yaşıyoruz. Cep telefonlarının henüz piyasaya çıkmadığı döneme şahit olan bizler, sesle hükmedilebilen görüntülü telefonları kullanır hale geldik...
Günümüzde akıllı telefonlar, bilgisayarlar ve internet sayesinde sadece birkaç tuşa basarak bulunduğumuz yerden dünyanın diğer ucuyla kolayca iletişim sağlayabiliyoruz. Bunun yanında, son derece modern ve hızlı ulaşım vasıtalarıyla uzun mesafeleri kısa zamanda kat ederek sevdiklerimiz ve diğer insanlarla buluşabiliyoruz. Kısacası, gelişen teknolojiyle birlikte insanlar eskiye nazaran çok daha fazla iletişim ve bağlantı halindeler...
Hal böyleyken, yani bütün iletişim yolları açık ve herkes her gün bir sürü insanla iletişim halindeyken, insan ilişkilerinde garip bir sorun var; insanlar eskiye nazaran daha mutsuz, daha geçimsiz, daha güvensiz, daha yalnız ve daha birbirlerine düşman...
Gelişen teknoloji insanlar arasındaki iletişim imkanlarını artırmış olsa da ilişkilerdeki derinlik ve kalıcılık hızla azalmakta, gerçek sevginin, saygının ve dostlukların yerini kibir, gösteriş, dalkavukluk ve menfaate dayalı suni duygular almış vaziyette. Ne gariptir ki, artık öfkemiz ve düşmanlığımız bile sahte...
Peki neden? Eskiye göre farklı ve eksik olan ne?
Eskiden olup şimdilerde olmayan en önemli şey, samimiyet...
Ne yazık ki biz uzun zaman önce samimiyetimizi kaybettik. Bir türlü üstesinden gelemediğimiz kin, öfke, hırs, şiddet, intikam, kibir ve tutkularımızla birlikte, acımasız ve öldüresiye rekabet, sorumsuzluk, bencillik ve dünyevileşme yüzünden muhtaç olduğumuz en önemli hasletlerden biri olan samimiyet duygumuzu kaybettik. Onu kaybettiğimiz günden beri daha da maddileştik, yüzsüzleştik, hırslandık, kıskanç, düşman ve menfaatperest olduk. Artık ceplerimiz yerine ve adamına göre takıp çıkardığımız renk renk ve çeşit çeşit maskelerle dolu. Artık insanlar birbirlerinin gerçek yüzünü bilemediklerinden hiç kimse bir diğerine güvenmiyor ve hatta korkuyor...
Günümüz insanı kalıplara kolayca ulaşabiliyorken, ne yazık ki kalplere ulaşmakta zorluk çekiyor. Sosyal medyadaki binlerce takipçisi ile övünenlerin, etrafındaki sayısız dalkavuk ve menfaatperestleri gerçekten dost zanneden makam sahibi ve siyasetçilerin, haksız şöhret sahibi sahte sanatçıların gerçek dostlarının ne kadar az olduğu bulundukları mevkilerden ayrıldıklarında anlaşılıyor.
...
Arapça ‘‘samim’’ kelimesinden gelen "samimiyet", "özü-sözü bir olmak, olduğu gibi görünmek, gösterişten uzak durmak ve doğallık" gibi manalara gelir.
Kadim kültürümüzün ana değerlerinden biri olan ve karşılık beklemeksizin iyi ve faydalı işler yapmak manasına da gelen samimiyet, aynı zamanda bütün davranışların özünü ifade eder...
İnsana ruhsal olgunluk kazandırarak ruh sağlığını korumayı hedefleyen samimiyet;
Mevlana’nın da dediği gibi, ya olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmaktır...
İçinden geçeni hiç tereddütsüz bir şekilde haykırabilmektir...
Heveslerine, ihtiraslarına ve duygularına yenik düşmemeyi bilmektir...
İçten ve gönülden sevmektir...
Eli boş döneceğini bilsen dahi çıkılan yoldan geri dönmemektir...
Ne kendini ne de başkalarını aldatmamaktır...
Nefse yenik düşmemek için direnmektir...
Haksız yere bir yüreği kanatmamak, bir anneyi ağlatmamak, bir yetime yetimliğini hatırlatmamaktır...
Vermeyi bilmek, verince karşılık beklememek ve helal olanı paylaşmaktır...
Sevgili için, kardeş için, dost için emek verip zahmet çekmektir...
Başladığın bir işi yarıda yola çıktığını da geride bırakmamaktır...
Yaratanı unutup kula kul olmamaktır...
zira onlar bilmiyorlar’’ diye niçin dua ettiğini asla anlayamayacağız...
Biz samimiyetimizi kaybettik...
Dedik ya bizler samimiyetimizi kaybettik...
Makama, güce, paraya, geçici güzelliklere, aldatıcı sözlere, sahte gülüşlere kanarak amacımızdan saptık ve dünyaya yenildik. Kendi oylarımızla seçip başa getirdiğimiz ciğeri beş para etmeyecek birtakım siyasileri, oturdukları koltuklara yakışmayan makam sahiplerini ve fakirleri gözetmeyen zenginleri adeta kutsal varlıklarmış gibi tapar olduk, onlardan medet umduk...
Sonuç ne mi oldu?
Samimiyetsizliğimiz yüzünden sadece birbirimizle olan ilişkileri değil, ne yazık ki Rabbimizle olan ilişkimizi de zedeledik...
Rabbimizin "Ben sizin rabbiniz değil miyim" sorusuna "evet" dediğimiz günü unutup, Ona şirk koştuk ve hatta isyan ettik. Bir başka deyişle, ne yazık ki bizler Yaratana karşı da samimi olamadık...
O halde asrımızın en büyük yitiği olan samimiyeti tekrar bulmalı, riyadan, gösterişten ve iki yüzlülükten uzak durmalıyız. Aksi halde, tıpkı dünyanın kendisi gibi herşey yalan ve herşey sahte kalmaya devam edecektir. Eğer karakterlerimizi samimiyet duygusuyla yeniden donatmazsak, Hz. İbrahim’in Nemrut’un ateşine niçin girdiğini, Hz. İsmail’in bıçağın altına neden yattığını, Hz. İbrahim’in ailesini kuş konmaz kervan geçmez bir çölde niçin yalnız bıraktığını, Hz. Yusuf’un zindanlarda ne uğruna yattığını, Hz. Musa’nın kuş uçmaz kervan geçmez çöl yollarını niçin kat ettiğini ve nihayet Allah Rasülü'nün Taif’te taşlandığında ‘’rabbim onlara hidayet ver, zira onlar bilmiyorlar’’ diye niçin dua ettiğini asla anlayamayacağız...
Biz samimiyetimizi kaybettik...
Peygamberimiz “Din, samimiyettir.” buyurmuştur. Peygamberimiz bu sözü söylediğinde orada bulananlardan bazıları “Ya Resulallah, din kime karşı samimi olmaktır” diye sorunca, Peygamberimiz “Allah’a, Kitabına, Resulüne, Müslümanların önderlerine ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmaktır" diye cevap vermiştir. Unutulmasın ki hesap gününde bizlere samimiyetimiz ve niyetimiz kadar değer biçilecektir...
Son söz;
Samimiyet yüreklerin konuştuğu bir dildir ki çoğu kimsenin yüreği yetmez...