Vefatının 100. Yılında Ziya Gökalp – (23 Mart 1876 – 25 Ekim 1924)

(1)

“Tarlada, tezgâhta çalışan biziz. Bu devlet, bu millet, bu vatan biziz… Sevmiyoruz seni, ortadan çekil, Hükümran millettir hükümdar değil.” Ziya Gökalp

                23 yıldır başımızda bulunan AKP İktidarı, her sözün başında derinlikten oldukça uzak bir “Yerli ve Millilik”ten dem vuruyor. Eğer gerçekten bugün için Türkiye Cumhuriyeti’nin başında “Yerli ve Milli” bir hükümet olsaydı; tarihe mal olmuş canlı ve cansız değerlerimize sahip çıkılır, vatan toprakları çok sayıda endemik bitki çeşitliliğine sahip Balıkesir/Edremit’te Kazdağları ve Erzincan/İliç’teki maden işletme bölgesinde olduğu gibi çokuluslu şirketler tarafından talan ettirilmezdi.

                Kevgire dönmüş Doğu ve Güney sınırlarımızdan 15 milyon kaçak sığınmacı giremez, Ege denizinde göz göre göre 20 Ada ve 2 kayalığımızın Yunanistan tarafından işgal edilmesine göz yumulmazdı.

                Eğer gerçekten ülkemizin başında “Yerli ve Milli” bir hükümetimiz olsaydı, tarihi şahsiyetlerimiz unutturulmaz, kültür ve medeniyetine sahip çıkan her devlet gibi onlara gereken ihtimam ve değer verilirdi.

                İşte bu değerlerimizden birisi de 100 yıl önce vefat etmiş Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp devletin kuruluş ruhuna fikri yönde katkıda bulunmuş, Türk milliyetçiliğinin fikri yönden babası sayılan tarihi bir şahsiyettir. Bir Türk milliyetçisi olarak isterdik ki; 2024 yılı “Ziya Gökalp Yılı” ilan edilsin, adına sempozyumlar ve konferanslar düzenlensin, adına pullar çıkarılsın, paraların üzerinde resmi olsun.

                Ziya Gökalp’e bir Türk Milliyetçisi olarak kendimi minnet borçlusu hissediyor ve elimden geldiği kadar kendisini siz okuyucularıma seri yazılar halinde tanıtmaya çalışacağım.

O Halde Kimdir Bu Ziya Gökalp Diye Kendisini Tanımaya Başlayalım:

                 Gerek yaşarken gerek ölümünden sonra Ziya Gökalp'ın etnik kökeni hakkında birçok tartışma olmuştur. Bu tartışmayla ilgili ilk iddia, Ziya Gökalp Malta'da sürgündeyken Osmanlı Dâhiliye Vekili Ali Kemal tarafından atıldı. İddiası Gökalp'ın babasının Kürt olduğu yönündeydi. Gökalp ise Ali Kemal'in bu iddiasına Malta sürgününde yazdığı ve Kastamonu'nun Açıksöz gazetesinde yayımlattığı bir şiir ile cevap vermiştir.

                İşte Ziya Gökalp Malta sürgünüyken babasına Kürt diyen Ali Kemal`e cevaben yazdığı şiiri..

Ali Kemal`e

Ben Türküm! Diyorsun, sen Türk değilsin!

Ve İslâm`ım! Diyorsun, değilsin İslâm!

Ben, ne ırkım için senden vesika,

Ne de dinim için istedim ilâm!

Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,

Ummadım bu işten asla mükâfat!

Bu yüzden bin türlü felâket çektim,

Hiçbir an esefle demedim: Heyhat!

Hattâ ben olsaydım: Kürt, Arap, Çerkez;

İlk gayem olurdu Türk milliyeti;

Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak,

Kurtarır her İslam olan milleti!

Türk olsam olmasam, ben Türk dostuyum,

Türk olsan olmasan, sen Türk düşmanı!

Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak,

Seninki öldürmek her yaşatanı!

Türklük hem mefkûrem, hem de kanımdır:

Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!

Türklük hâdimine “Türk değil!” diyen,

                Ziya Gökalp: 1922 - 1923 yılları arasında memleketi Diyarbakır'da otuz üç sayı çıkardığı Küçük Mecmua adlı dergisinin 25 Aralık 1922 tarihinde çıkan sayısında yer alan ''Millet Nedir?'' adlı yazısında kendi soyuyla ilgili şu demeci yayınlamıştır:

''... Ben gençliğimde tahsil için ilk defa İstanbul'a gittiğim zaman, bu ilmî tahkikata başlamak mecburiyetinde kaldım. Çünkü orada eskiden kalmış fena bir itiyada göre, bütün Karadeniz ahalisine Laz, bütün Suriyeliler ve Iraklılara Arap, bütün Rumeli halkına Arnavut dedikleri gibi, bizim gibi doğu illeri ahalisinden bulunanlara da Kürt milliyetini izafe ettiklerini gördüm. O zamana kadar kendimi hissen Türk sanıyordum. Fakat bu zannım ilmî bir tahkikata müstenit değildi. Hakikati bulabilmek için bir taraftan Türklüğü, diğer cihetten Kürtlüğü tetkike başladım. Evvelemirde lisandan başladım. Diyarbakır şehrinde, ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe de bilir. Lisandaki bu ikilik iki suretten biriyle izah edilebilirdi Ya Diyarbakır'ın Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi, yahut Diyarbakır'ın Kürtçesi bir Türk Kürtçesiydi. Lisanî tetkiklerim gösterdi ki Diyarbakır'ın Türkçesi Bağdat'tan ta Adana'ya, Bakü'ye, Tebriz'e kadar uzanan tabiî bir lisandan yani Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türklerine mahsus olan Azerî lehçesinden ibarettir. Bu lisanda hiçbir sun'îlik yoktur. Binaenaleyh, Kürtlerin tahrif ettiği bir Türkçe değildir. (Diyarbakır lisanının Azerî Türkçesi olması, şehirlerin Osmanlı hükümetinin tesiriyle Türkçe konuştuğu iddiasını da esasından çürütür. Çünkü öyle olsaydı, bu şehirlerde konuşulan lisanın Osmanlı lehçesi olması lazım gelirdi.)

 

Diyarbakırlıların mahdut kelimelerden mürekkep olarak söyledikleri Kürtçeye gelince, bu lisanın köylerde konuşulan düzgün Kürtçeden farklı olduğunu gördüm. Kürtçe, Farisî'nin akrabası olduğu halde, dilbilgisi itibarıyla hiç ona benzemez. Çünkü Farisîde bulunmadığı halde, Kürtçede hem tezkir ve(erillik ve dişillik, hem de Arapça ve Latincede olduğu gibi ''i'rab'' vardır. Demek ki Kürtçe, Türk lisanına nispetle daha mürekkep, daha karışıktır. Türkler kendi lisanlarında tezkir, te'nis, i'rab gibi ahvale müsadif olduklarından, Kürtçenin bu gibi hususiyetlerine nüfuz edememeleri iktiza ederdi. Filhakika, vakıalar bu suretle cereyan etmiş, Diyarbakırlılar Kürtçenin tezkir, te'nis, i'rab kaidelerini tamamıyla hazfedip (kaldırıp), Kürt dilbilgisini Türk dilbilgisine uydurarak sun'î bir Kürtçe icat etmişlerdir. Bu Kürtçeye ''Türk Kürtçesi'' namını vermek gayet doğru olur. Lisaniyat noktainazarından gayet mühim olan bu vakıa, Diyarbakırlıların Türk olduğuna en büyük delildir. Bundan başka Diyarbakırlılar bu lisanı yalnız Kürtlerle konuştukları zaman kullanırlar. Kendi aralarında yalnız Türkçe konuşurlar. Diyarbakırlıların güya bildikleri bu düzme Kürtçenin kelimelerine gelince, bunlar da gayet mahduttur Bu sebeple, boşlukları Türkçe kelimelerle doldururlar. Zaten, birçoğunun bildiği Kürtçe kelimeler ''gel, git'' gibi birkaç tabire münhasırdır).

Diyarbakırlıların Türk olduğunu ispat eden delillerden birini de mezhep sahasında buldum. Diyarbakır'ın hakikî ahalisi umum Türkler gibi Hanefi’dirler. Kürtler ise umumiyetle Şafii’dirler. Bu iki alâmet-i mümeyyize yalnız Diyarbakır halkına mahsus değildir. Şark ve cenup vilâyetlerimizdeki bütün şehirlerin ahalisi, Kürtçeyi Diyarbakırlılar gibi tahrif ederek söylerler ve Hanefi olmak alametiyle Şafii Kürtlerden ayrılırlar. Bunlardan başka, elbise, yemek, bina ve mobilya gibi harsa ve âdetlere taalluk eden hususlarda da derin farklar vardır. Bu alâmetler bana Diyarbakırlıların Türk olduğunu gösterdiği gibi, babamın iki dedesinin birkaç batın (kuşak, nesil) evvel Çermik'ten yani bir Türk muhitinden geldiklerine nazaran ırken de Türk neslinden olduğumu anladım. Mamafih dedelerimin biri Kürt yahut Arap muhitinden geldiğini anlasaydım, yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeyecektim. Çünkü milliyetin terbiyeye istinat ettiğini de içtimaî tetkiklerimle anlamıştım. Zannederim ki bu taharrilerimle yalnız kendim için değil, bütün vilâyât-ı şarkîye ve cenubîye şehirlileri ve şimdiye kadar Türk kalan köylüleri için, son derece mühim bir meseleyi halletmiş oldum.''

Devam Edecek