Suçlu benim...
Bugün geriye dönüp baktığımda, birçok şeyin farklı olabileceğini görüyorum. Öğrencilerimle geçirdiğim her anı, her bakışı, her sessizliği yeniden tartıyorum zihnimde.
Belki biraz daha sabırlı olabilirdim, biraz daha anlayışlı, biraz daha dikkatli...
Ama olmadı.

Davranışlarını düzeltebilirdim.
Onların gözlerindeki öfkeyi, ilgisizliği ya da kırgınlığı daha erken fark edebilirdim. Sessizce köşeye çekilen çocuğun feryadını, haylazlıkla maskelenmiş çaresizliği çözebilirdim.
Belki bir kelime, bir tebessüm, bir destek...
Onları değiştirmeye değil, anlamaya çalışsaydım…
Belki bugünkü hikâyeleri bambaşka olurdu.

Suçlu benim çünkü her biri bir cevherdi; kimini parlatmayı başardım, kimini karanlıkta bıraktım.
Belki o gün yorgundum, belki kırgındım, belki umutsuzdum…
Ama hiçbir bahane, bir çocuğun kayboluşuna perde olamaz.
Onların bana ihtiyacı vardı, sadece ders anlatan bir öğretmene değil; yol gösteren bir rehbere, yüreklerini gören bir insana...

Bugün başarılı olan her öğrencimin gururuyla seviniyorsam, kaybolan her birinin yükü de omuzlarımda.
Çünkü onlar bana emanetti.
Ve ben bazı emanetlere sahip çıkamadım.

Şimdi ne zaman bir sınıf görsem, ne zaman bir çocuğun gözlerine baksam içimde bir sızı beliriyor.
Keşke diyorum...
Keşke zamanı geri sarabilsem.
Keşke o anlarda biraz daha bilinçli, biraz daha yürekli davranabilseydim.

Ama her “keşke”, geçmişin sessiz bir çığlığı sadece...
Ve ben bu çığlıklarla yaşamayı öğrendim.
Belki de bu yüzden hâlâ vazgeçmedim öğretmekten.
Çünkü biliyorum…
Geçmişte eksik kaldım ama geleceği değiştirme şansım hâlâ var.

Ve bir gün öğrencilerim bana dönüp,
"Senin sayende hayatım değişti" derse…
Belki o zaman içimdeki suç biraz hafifler.

Ama bugüne kadar olanlar için,
evet…
Suçlu Benim.

Belki de en büyük hatam, bazılarını gözden çıkarmaktı.
“Bu çocuk artık olmaz,” dediğim o anlar…
Meğer en çok da o çocukların bir şefkate ihtiyacı varmış.
Sertliğimle değil, merhametimle ulaşmalıymışım kalplerine.
Ama ne yazık ki bazen sistemin, bazen hayatın, bazen kendi yorgunluğumun içinde kaybolup gittim.

Bir öğrencimin isyanını azar sanmışım…
Bir diğerinin suskunluğunu saygı…
Meğer biri “beni anla” diye bağırıyor,
öteki sessizce yüreğini gömüyormuş karanlığa.

Bugün onların isimlerini hatırladıkça içim sızlıyor.
Beni defalarca anlamam için zorlayan, ama hep “disipline aykırı” diye yaftaladığım o çocuk…
Şimdi belki bir sokak başında, belki bir hapishane duvarında geçmişini sorguluyor.
Ve ben, öğretmeni olarak o geçmişin bir parçasıyım.
İyi ya da kötü.

Sınıfa her adım attığımda aslında bir dünyaya giriyordum.
Ama o dünyaların bazılarına kapıyı sadece araladım, içeri hiç girmedim.
Kendi doğrularımı, kendi yöntemlerimi, kendi yargılarımı tek doğru sandım.
Belki de önce kendimi eğitmeliydim, onları eğitmeye çalışmadan önce…

Artık biliyorum:
Bir çocuk sadece matematikte başarısız olduğu için tembel değildir.
Bir çocuk sadece çok konuştuğu için saygısız değildir.
Bir çocuk sadece ders dinlemediği için ilgisiz değildir.
Her birinin arkasında bir hikâye var…
Ve o hikâyeleri okumak benim görevimdi.
Ama ben bazen sadece kapağa baktım, içini hiç açmadım.
İşte bu yüzden,
Suçlu Benim.
Ama vazgeçmeyeceğim.
Her yeni öğrencide biraz daha telafi etmeye çalışacağım geçmişi.
Her “hocam, beni anladınız” diyen bakışta biraz daha onaracağım kendimi.
Çünkü her insan değişebilir.
Her öğretmen de yeniden öğrenebilir.
Ve en büyük ders bazen, en büyük hatadan çıkar.