Ahmet Kaya'nın 'Dardayım yalanım yok baskın yedim dün gece dün gece, örselendi aşklarım üstelik bir uzak diyardayım' diye devam eden ve 'Günaydın..' diyen parçası eşliğinde yazıma ve haberlerime hazırlanırken bilgisayarın sağ alt köşesine gelen son mesaja ve gün boyu yoğunluğundan göz atmadığım onca gelen mesajlara bakıyordum..
Ve; “Merhaba Fakir Bey. Sayfama hoş geldiniz. Verimli paylaşım ve yorumlarla birbirimizin bakış açısını genişleteceğimizi umuyor, Saygılar sunuyorum.” diye başlayıp, beni takip ederek, bir beğeni ya da eleştiri yapmaya bile korkan binlerce facebook arkadaşımın arasında yer alan yeni bir arkadaşımın, yeni takipçimin bu sözlerle ilk merhabasını aldıktan sonra sayfasına girip, göz attığımda birçok anlamlı yazı ve bir o kadar düşündüren şiirle paylaştığını görünce, bir kitap okurcasıan sayfasından uzun süre çıkamadığımı farkettim.
Çünkü benim yazılarımı anlatan fotoğraflarla süslenmiş o kadar anlamlı, o kadar güzel ve o kadar düşündüren yazıları okurken sanki 'baş ağrısı yapan düşüncelerden az uzaklaş ve anla hayatın cilvelerini, dertlerini ve seni anlamayanları' dercesine beni hisetmiş gibicesine bana hediye etmek istediğini anlıyordum;
“Hayatta her konuda öğretene ihtiyaç varken, gerçek anlamda sadece iki arkadaşa ihtiyaç olmalıdır. Biri sana nereden geldiğini hatırlatması için, diğeri de rehberlik ederek, yol gösterip seni ileriye taşıması için. Nereden geldiğini bilirsen, kim olduğunu da unutmazsın. Nerede olduğunun farkındaysan nereye, gideceğini de bulursun." diyen ve katilleri hala bulunamayan Ape Musa'yı bana hatırlatıp, rahmet okutan, onunla soy adaşlı Eddi Anter imzalı satırları dara düşmüş, düşünmekten yorulup, baş ağrısı çeken, insanın neyi aradığını anlatır gibiydi..
Evet daha doğru dürüst tanımadığım ama bir iki mesajı ile kara kara düşünen bana huzur veren yeni facebook arkadaşımın bir anda beni o karanlıktan alıp, aslında neyi aradığımı hatırlatması üzerine sevişircesine yazıp, rahatladığım yeni bir yazıma daha başladığımı ve beni üzenleri olduğu gibi yeni bir yazımı daha bitirmek üzere olduğumu da anlıyor, rahatlıyordum...
Ve “Seni öpsem silinse alın çizgilerinden gam yürek kuytularından akşam... Bir sonsuz yağmur yağsa aşkın kardeş bulutlarından.. Aynı mutlulukla ıslansa dünya... Ayrılığa kapanmasa kapılar, odalar üzgün durmasa” diye devam eden şiirlerle dolu sayfadan çıkarken, yorgun dizlerimin üzerindeki, bilgisayarımın arka planında çalan müzik eşliğinde 'Bugünde ölmedim' diye devam eden aynı Ahmet Kaya'nın, “Biri saksımızı çiğneyip gitti, biri duvarları yıktı, camları kırdı,” fırtına gelip aramıza serildi... Biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri... Her şeyi kötüledi, Bizi yaraladı, Biri şarabımızı döktü, Soğanımızı çaldı... Biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu... Ciğerim yanıyor yüreğim kanıyor... Olmasaydı, olmasaydı sonumuz böyle...” diyordu..
Ve benim okyanusta ki gemi misali sarı ışıklı fenerin işaret ettiği limanda aradığımı bulduğumu sandığım bir anda beklenmedik ama önceden bilinen ve her okyanusata olan normal irili, ufaklı dalgalar ardından ortaya konan tepki vede korkaklıkla anlamsızca önce fırtınaya sonra tusinamiye dönüşen depremle sarsılıp bir kez daha yalnız ve kendi başıma kalıp, 'sığındım' dediğim asıl limanın aslında kendimin olduğumu his edip çekip, giden gemilerin ise limanı yani beni çok ama çok yıpratıp, yorduğunu 'off çekip' yazıma son verip, bir kez daha anlarken...