Çocukluğumda iki tür Pazar hatırlıyorum. Kış mevsimlerindeki Pazar günümüz içimizi ürperten soğuğun yorgan içindeki bedenimizi ısırdığı ve uyandırdığı saatlerde başlardı.
Anam sobayı tutuşturur, demliği sobanın üzerine koyar, pencereyi açar içeri buz gibi bir hava dolardı.

Soba güçlenir, çaydanlık tıkırdamaya başlar, yorgan içindeki sıcak gövdelerimiz anamın yorganları toplamaya başlayınca soğur ve istemeye istemeye kalkardık.

O yıllarda iki katlı eski evin cumbalı salonunda pencereye yanaşır dışarı bakardım. Dışarıdan hafif sis ve soğuk kar kokusu dolardı ciğerlerime.

Mahallenin köşesindeydi evimiz. Bir çeşme ve önünde kocaman bir yalak, hemen tepesinde bir sokak lambası vardı.

Küçük bir kasabaydı yaşadığımız yer, sokaklardan küçük sürüler geçer bu yalakta susuzluklarını giderirdi. Kışın kar dolardı sokak, evlerin çatılarında kar mazgallarda buz.

Çatısız evler, ağızlarındaki sigaraları hiç sönmeyen babaların ellerinde kürek çatıları kardan temizlenir ve kahvaltıya oturulurdu.

Anam sabah koşturmacasında soğuk mutfaktan sık sık seslenir küçük isteklerini bize yaptırırdı.

Cumbanın pencerelerini kapatınca salon hemen ısınır sobanın gürültülü alevleri diğer odalara ve mutfağa da taşardı. Salonda masanın üzerine kahvaltı konur,

babam soba için kömür taşır, annem bardaklarımıza sıcak süt koyar ve peynirin, kızartmanın, hamur işinin eksik olmadığı, bazı pazarlar çorbanın da bulunduğu kahvaltı başlardı.

Babam radyoyu açar. Radyoda Pazar programı, yurttan sesler korosu, Pazar yarışması ve oyun havaları ile ısınmış ev, neşeli bir kahvaltıya döner, kahkahalar ve espriler ile biterdi kahvaltı.

Anam babama bir kahve yapar ve oturup kahve içerlerdi. Biz sıkıca giyinir, anamın ördüğü eldivenleri takıp ellerimize dışarı çıkardık.

Bütün çocuklar sokakta, bıkıp usanmadan kardan adam yapılır, kızaklar çıkarılır uzun süre kayılır, kartopu oynanır, çeşmenin üzerindeki sokak lambasının soluk ışığı ile akşam olduğunu anlardık.

Anam akşam yemeğini hazırlarken tekrar kar yağmaya başlar, çeşme ve lamba yalnız gecelerine başlardı.

Yaz aylarında pazar günleri daha farklı olurdu.

Sabahın ilk ışıklarında boyunlarındaki çan sesi ile yalaktan su içen küçük sürüler ve çoban köpeklerinin şamatası ile başlardı gün.

Ardından sebze meyve satıcıları at arabalarına yerleştirdikleri ürünler ve el terazileri ellerinde bağıra çağıra geçerlerdi mahalleden.

Anam neşeyle uyandırırdı hepimizi, bardaklarda çay, salata, kızartma, yumurta ve peynir.

Radyoda klarnet ve neşeyle bize katılan kuşların sesleri. Alel acele kahvaltı tamamlanır ve sokağa kaçılırdı. Sokaklar mahallenin çocuklarının.

Oyun üzerine oyun. Çelik çomak, uzun eşek, bilye, sapan ile kuş avlama. Acıkınca anam ekmeğin üzerine salça sürer, o yenirdi.

Akşamüstü babam çağırırdı bizi. Mangalda et yapmış. Bir kadeh de rakı koymuş mangalın kösesine. Hepimiz mangalın etrafında anam ilk pişenleri mahalleye dağıtıp gelmiştir. Babam neşeli, anam gururlu.

Akşam çeşmenin tepesindeki sokak lambası yanınca anlaşılır, sokaklar boşalmıştır, bir iki üşengeç köpek geçer sokaktan.

Evlerin balkonlarında çay kaşıklarının tıkırtısı, ajanslarda Türkiye ile ilgili haberleri okuyan tok sesli spiker. İlerleyen saatte Türk sanat müziği konseri.

Artık uyku vakti. Dışarda yıldızlar ve eğer ay varsa hayaller kurarak uykuya dalan mahalle çocukları.

Bizim Pazar günlerimiz böyle geçerdi. O yılları hiç unutmadım. Çok sıradan ama çok güzeldi.

Bu pazar günün hepinize huzur ve mutluluk getirmesini diliyorum.

Mutlu pazarlar.