Büyük bir ihtimalle, birçoğunuz başlığa bakınca, "Kimmiş bu hırsız? Nerede ve ne çalmış?" diye merak ettiniz. Hatta belki de çoğunuzun dilinden istemsiz bir şekilde, "Vay namussuz!" sözleri dökülüverdi.
Çünkü, hırsızlık gibi bütün dinlerde ve toplumlarda yasaklanmış adi bir suça karşı, toplum olarak hiç şüphesiz biz de duyarlı ve tepkiliyiz. Hırsızlığı kim yaparsa yapsın, yapanın karşısındayız.
Gel gelelim, bu rezil hastalık yaşadığımız toplumun neredeyse her zerresine işlemiş vaziyette. Yani, neredeyse her yerde hırsız var.
Pazarda, sokakta, bürokraside, eğitimde, politikada, sporda, hatta camide ...
Kısacası, maalesef toplumun hatırı sayılır bir kısmı çalıyor, çırpıyor...
Abarttığımı ve hatta yalan söylediğimi düşünenleriniz olabilir. O halde, bana şu soruların cevabını verin:
Tartıda hile yapmayan ve yalan söyleyip hakkından fazla almayan, ya da malın iyisini tezgahın önüne koyup, müşteriye arkadaki bozuk mallardan vermeyen kaç esnaf tanıyorsunuz?
Sokaklarda güvenle gezebiliyor musunuz?
Özellikle büyük şehirlerin kalabalık sokaklarında, her an bir kapkaççı ya da yan kesici ile muhatap olma korkusu yaşamıyor musunuz?
Devlet dairelerinde işiniz görülürken kaç işinizi aracısız ve rüşvetsiz halledebiliyorsunuz?
Basit bir işiniz için kaç defa git-gel yapıyorsunuz?
Okullardaki okul aile birlikleri ya da eğitimciler tarafından hiç soyulmadınız mı?
Çocuğunuzun kaydını bir okuldan başka bir okula aldırırken, sizden hiç para istenmedi mi?
Seçimlerde, en temel hakkınız olarak kullandığınız oylar hiç çalınmadı mı?
İşinizi çözmek için, partilerine, birtakım kişilere, dernek ya da vakıflara para yatırmanızı isteyen politikacılara hiç rastlamadınız mı?
En sevdiğiniz takımın bir sezonluk emeklerinin masa başında çalındığını ve satın alınan hakemlerle maçların kaybedilip kazanıldığını hiç görmediniz mi?
Nihayet, Allah rızası için namaz çıkışında verdiğiniz yardım paralarının, birtakım kötü niyetliler tarafından iç edildiğini ya da lüzumsuz yerlere harcandığını hiç duymadınız mı?
İşin garip tarafı, çalanlar hırsızlıklarına öyle güzel kılıflar buluyorlar ki, aklınız şaşar.
Mecbur kaldıklarını söyleyenleri mi ararsınız; karşı tarafın bunu hakettiğini, hatta ona az bile yaptıklarını söyleyenleri mi ararsınız; ülkenin aslında darul harb (yani Müslüman ülkesi olmadığını) söyleyenleri mi ararsınız...
Bunlara benzer daha bir sürü bahaneler...
Hatta şunu diyenlere bile rastlarsınız:
"Filanca partililer yiyeceğine bizimkiler yesin"
"Fenerbahçe şampiyon olacağına öyle ya da böyle (şike, rüşvet, kayırma vs farketmez) Galatasaray şampiyon olsun", "Batı bölgelerindekiler zaten çok zenginler, biz doğulular açız, dolayısıyla elektriği de çalarız, suyu da, bu bizim en doğal hakkımız", "Karadenizli olsun da topraktan olsun, her makam bize yakışır, hepsi bizim olmalı, aferim bizim uşaklara" ve "Bize her yer Trabzon"
Bir söz var, bilenleriniz mutlaka vardır; "Kedi yavrusunu yemek istediğinde, fareye benzetirmiş"
Yani, eğer bir kişi çalmaya-çırpmaya karar vermişse, yiyeceği halta bin bir türlü kılıf bulur. Yaptığı hırsızlığın normal olduğunu bile söyler.
Yakalandı mı da, canhıraş bir şekilde savunur hırsızlığını. Çünkü, artık haramı kanıksamıştır, kul hakkını düşünmez hale gelmiştir.
Hırsızlık kavramı literatürde; "Mülkiyeti kendine ait olmayan bir taşınır malı, izinsizce alıkoyma, kullanma, ondan menfaat temin etme işidir" şeklinde tanımlanmakta ve Türk Ceza Kanununa göre de; "Ancak taşınır mallar hakkında hırsızlık suçu işlenebilir. Ekonomik hiçbir değeri bulunmayan bir eşya çalındığında hırsızlık suçu oluşmaz. Taşınmaz mallar hakkında da hırsızlık suçu işlenemez"
Bu bilgilere göre, bir şeyin hırsızlık sayılabilmesi için, çalınan şeyin mal ve para gibi bir ekonomik değerinin olması gerekmektedir.
Fakat, biz günlük hayatta hırsızlık kavramını daha da geniş manada kullanırız. Yani, çalınan şeyin doğrudan bir ekonomik değerinin olması gerekmez.
Yeter ki ortada el koyma, ya da izinsiz ve rızasız bir gasp olsun.
O halde, hırsızlık yalnızca para ya da mal çalmak mıdır?
Hırsızlık maduru olmak için illa ki paramızın ya da maddi değeri olan varlıklarımızın mı çalınması gerekir?
Victor Hugo'nun "Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?" isimli şiirinde dediği gibi:
Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Dedik ya, her yerde hırsızlık var; sporda, politikada, bürokraside, çarşıda, pazarda, hatta camide.
Şimdiye kadar saydığımız bütün hırsızlıkların hepsi de kanunen yasak olan hırsızlıklardır.
Bütün bunların ötesinde, kanunen yasak olmamalarına rağmen dinen, ahlaken ve vicdanen yasak olan bazı hırsızlıklar vardır ki, etkileri bakımından önceki saydığımız hırsızlıklara rahmet okuturlar.
Tahrip gücü yüksek ve kalıcılığı fazla olan bu tür hırsızlıklara örnek olarak umut hırsızlığını, emek hırsızlığını, saadet hırsızlığını ve hatta hayat hırsızlığını söyleyebiliriz.
Diyeceğim odur ki, bir insanın malını ya da parasını çalmış olmak, onun umutlarını, mutluluğunu ve emeğini çalmaktan daha iyidir.
Hırsızlığın her türlüsü kötü olmasına rağmen, asla umut hırsızı olmayın.
Çünkü, bir insanın umudunu çalmak, onun geleceğini ve güvenini yok etmek demektir...
Sakın bu tür hırsızlıkların cezası yok diye düşünmeyin; diyebilirim ki, bu tür hırsızlıkların cezası diğerlerine nazaran daha da ağırdır.
Bu ceza, dünyada vicdanlara hapsolunmak, ahirette de bizzat Allah'ın vereceği cezaya çarptırılmaktır.
Çünkü, Kuranı Kerim'deki Teğabün Suresi dördüncü ayette şöyle buyurulmaktadır:
"O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa bilir; sizin gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir. Allah gönüllerde olanı bilendir"
Unutmayın, Allah imhal eder, fakat asla ihmal etmez!
Yani, yaptığımız kötülükler için, acaba pişman olup tövbe edecek miyiz diye müddet verir, fakat hiç unutmaz.
Er ya da geç, bu dünyada ya da ahirette mutlaka hesabı görür.
Esen Kalın Değerli Okurlarım...