Bu gece Allah kısmet ederse, ömrümüzdeki 50’li yıllara da veda edip 60 yaş diyeceğiz.. Yani benim 59 yaşa veda etmeye sayılı saatler kaldı…Gece 00.01’de artık 60 yaşın içindeyiz…

O yüzden 59 yaş halimle 60'a 2 saat kala  yazdığım en son yazı bu...

Hayat öyle bir şey ki, insanı bir rüzgar gibi üfürülen yaprak misali bir yerden bir yerlere savuruyor…

Dile kolay tam 59 yıl önce eli öpülesi Anacığım beni dünyaya getirmiş…

Nerede?

 Tarihler: 2 Mayıs 1960…

Bulgaristan’ın Kırcaali VilayetiNanovitsa (Ali Bey’in Konağı)  kasabasında…

Bir güzel bahar günü ben dünyaya gelmişim…

Çiğdem, menekşe, sümbüller ile hakiki leylak( geyik çiçeği) gibi dağ çiçeklerinin sarp dağ  yamaçlarında fışkırdığı…

Bütün bir kışta beyaz örtü ile kaplı olan bahçelerde sessizce duran ve kışta sadece serçe kuşlarına mola yeri görevi yapan erik ağaçlarının çiçek açtığı…

Ak yelin (lodos)’un  yaman şekilde estiği  ile erittiği karlarla derelerin ve ırmakların coştuğu…

 Yeni doğan kuzucukların meleştiği…

Yeşilin adam akıllı fışkırdığı günlerde gözlerimi açmışım dünyaya…

***

Üç yaşımdaki halimi net bir şekilde hatırlıyorum…

Anam, Rahmetli Babam ve benden 6 yaş büyük olan  ağabeyimle olan yaşam kesitini daha dün gibi hatırlıyorum…

Bi tane kırmızı ineğimiz vardı…

Babam bir dağ köyünden almış getirmiş…

Bizi sütü ve yoğurdu ile besleyen…

Hep onu istermişim görmeye anam öyle der…

Mahallenin birisinde anaannemler-dedem, dayımlar…

 Mahallenin öbürüsünde babaannemler-dedem…

Anaannemgillerin inekleri vardı çok…

Babaannemgillerin de keçileri…

Çok şanslıydık, çok…

Hepsi sağ idi…

Hepsi hayat dolu…

Herkes yaşayıp gidiyordu kendi halinde…

Güneyden sert esen rüzgarlar, Sidalıköyün üç mahallesinin bulunduğu yamaçlara vurarak sert ıslık sesi çıkartırdı, köyün üzerindeki ulu kayalıklarda…

Batı’da Ürpek Dağı üzerinde biriken pamuk gibi beyaz bulutlarla heybetli şekilde uzanırdı…

Bahar gelince kırlangıçların neşelendirdiği, serçe kuşlarının cırık-cırık sesler çıkardığı o günler unutulur mu?

Yaz günü dağ pınarları serinletirdi susamış yürekleri…

Kilitdere sularını Büyükdere’ye, Büyükdere’de Arda’ya taşıyordu…

Arda’nın büyük barajında ancak sakinleşiyordu, Nanovitsa’nın dağlarından kopup gelen o hırçın dere ve ırmak suları…

***

… Ve tarihler 1963 yılını gösterince ailecek haydi bakalım ver elini Kırcaali’nin hemen dibinde, Mestanlı yolu üzerinde  Söğütlü (Vırbitsa) nehrinin kenarında bulunan Sağırlar’a (Gluhar)’a taşındık…

Üç yaşımdaki halimle o sabaha karşı annemin kucağında sabah otobüsüne gidişimizi hatırlıyorum…

Seher yelinin estiği, daha Kilitdere’deki bülbülün bile ötmediği alacakaranlıkta yol alıp Kırcaali otobüsüne biniyorduk…

… Ve bütün çocukluğumun geçtiği Sağırlar’a (Gluhar)…

Kırcaali’nin günümüzde de en büyük köyü…

Kırcaali- Momçilgrad (Mestanlı)-Makaza Yolu üzerinde şehir merkezine 5, Gledka semtine 3 kilometre mesafede olan köyümüz…

Detska Gradina (Ana Okul) ile ilkokullu günler…

…. Sonra Gledka’da devam eden ortaokullu yıllar…

Çocukluğumuz olgunlaşıp gençliğe ilk adımımızı attığımız Gledka’daki ortaokula her gün yaya gidip geldik…Sabah ve akşam…

3 kilometre gidiş, okul sonrası 3 kilometre de dönüş…

Okul yollarında, sırtımızda çantalarla…

Bütün çocukluk arkadaşlarımızla birlikte, karda-kışta, baharda yazda…

Birlik olarak, hiç kimsenin kimseyi yarı yolda bırakmadığı…

 Herkesin kerkesi okul çıkışında dahi bekleyip,

 Yaz günleri daha kestirme yol olan Letişte ( Havaalanı) yanından, Gledka bağlarının kenarından,

Süzülüp duruyorduk…

 Kah, evden okula, kah okuldan eve…

O günleri unutmak mümkün mü?

***

Ovada Gluhar (Sağırlar), yanında gelin gibi süzülen Söğütlü nehri sanki doğup akmaya başladığı Rodopların derinliklerinden hikâyeler anlatıp uzanıp gidiyordu…

Karşımızda ise olanca haşmeti ile yükselen Dambalı Dağı…

Bu dağa bakarak büyüdük biz…

Onun arkasında da benim doğduğum topraklar uzanıyordu: Sultanyeri’nin bir parçası olan Büyükdere yakınlarındaki Nanovitsa (Alibey’in Konağı)…

Her yaz tatilinde gittiğim ve soluklandığım cennet yer…

***

Baharın gelişini, ilk önce bizim köyün devamlı müdavimi olan leylek ailesinin gelip köyün ortasındaki yuvasına yerleşmesi ile, dere ve göletlerdeki kurbağların “vrak…” lamaya başlaması ile, akabinde nisan sonu ve mayıs başında Dambalı dağından rüzgar esintisi ile gelen  ve misler gibi kokan geyik çiçeklerinden (leylak) , bir de gukkucak( guguk) kuşlarının ötüşlerinden anlardık…

Okul dışındaki zamanımız Söğütlü’de bol bol suya girerek, balık tutarak ve çocuk yaramazlıkları yaparak geçti…

Yaz günleri de dedemgillerdeydim doğduğum topraklarda…

Dayımların çocukları ile inek bile güttüm..

 Ama becerebildim mi gütmeyi..

 Pek sayılmaz…

Birkaç kez inekleri kaybedince inek gütme sevdamız da son bulmuştu…

***

Lise yıllarına Kırcaali’de hızlı giriş yaptık…

Trenle veya otobüsle gidip geldik Tarım Teknik MesleK Lisesi (Selsko Stopanski Teknikum) “Vasil Kolarov”a …

Herkes bir yerlerden gelmişti okula…

Orada yeni arkadaşlıklar edindik…

Okul sonrası boş vakitlerimizde Kırcaali bizimdi.

Sladkarnitsalar ( o dönemin Cafeteryaları) senin, bu sinema günleri ve zamanları benim gibisinden, lise yılları da gelip geçtiii.

Ta, 1978 yılının Temmuz ayına kadar…

Doğduğum topraklara,

 Dambalı Dağı ile Söğütlü’nün süslediği çocukluğumun köyü Sağırlar (Gluhar) ile çocukluk arkadaşlarımla vedalaşma vaktiydi…

Keza komşularımızla da…

Çocukluğumun geçtiği…

 Oyun oynadığım bütün köşeleri, tırmanmış olduğum ağaçlarla, hatta içinde yüzerek büyüdüğüm Söğütlü nehri ile vedalaştım…

Dambalı dağına bir derin bakış atmış, Trene bineceğimiz Gledka garında rahmetli Dedemin (Babamın babası) bu kadar ağlayacağına ve ikide bir bana sarılıp hüngür hüngür ağlayacağını nereden bilebilirdim…(Zaten bir yıl sonra da vefat haberini almıştık. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun…)

17 Temmuz 1978 tarihinde, buharlı lokomotifin çektiği insan ve bagaj (eşya ) dolusu tren bizi Edirne’ye taşıdı…

Meriç kenarından, içinde ailemle birlikte bulunduğum vagondan Bulgaristan tarafındaki Trakya ovasını izlerken, Ali Bey’in Konağı’nda başlayan, Sağırlar’da, Gledka’da ve en son Kırcaali’de devam eden hayat serüvenim bir film şeridi gibi geçmişti gözlerimin önünde…

Sınırı geçip tren Edirne garında durunca 18 yaşındaki delikanlını yaşamında  Anavatan Türkiye’de yepyeni bir sayfa açılıyordu..

 Artık geri kalan hayat bölümü burada devam edecekti…