Bilindiği gibi Türkiye dört mevsimin yaşandığı bir ülke her ne kadar son dönemlerde tüm dünyayı sarıp sarmalayan “küresel ısınma” dolayısı ile ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinin yerini yaz ve kış almış olsa da yine de tarifler “ilkbahar-yaz-sonbahar-kış” genellemesi üzerinden yapılıyor.

Nüfusun çok büyük bir bölümü 30 Büyükşehir’e ama daha çok Marmara bölgesine yığıldığından olsa gerek insan hayatını olumsuz yönde etkileyecek tabiat olayları Marmara bölgesine zarar vermeden çoğunlukla kimsenin kılı kıpırdamaz.

Bu durum bizde “İstanbul’a kar yağmadan Türkiye’ye kar yağmış sayılmaz” ifadesinde kendisini bulur, Bütün dünyanın gözünün kulağının üzerinde olduğu İstanbul’da belirttiğimiz gibi insan hayatını olumsuz etkileyen bir hadise sonrası adeta seferberlik ilan edilir.

Muhtemelen dünyanın başka ülkelerine de bizden fazla kar yağıyor, o ülkelerin topraklarına da bilmem metrekareye kaç kilogram yağmur yağıyor ancak biz kendimizi bildik bileli sonbaharın kışa evrildiği günlerde “Falanca ülkede yağış sonrası şu kadar hasar meydana geldi, filanca ülkede kar yağışı dolayısı ile yollar kapalı kaldı” şeklindeki olumsuzlukları fazla duyduğumuzu sanmıyoruz.

Nüfus çoğunlukla Marmara bölgesine yığılınca ister istemez toprak yani arsalarda bir o kadar kıymetli oluyor, söz konusu bu kıymet yüzünden bir ev, bir işyeri yada bir sosyal mekan projelendirildiği zaman tek bir santim boşa gitmesin diye sınırlara sıfır yapılar hayata geçiriliyor.

Bölgede var olan Marmara denizi dolayısı ile sahil şeridi çok, söz konusu sahil şeritlerinde bir kısmı şahısların bir kısmı, kurumların bir kısmı da şirketlerin halka açık mekanları bulunuyor.

Söz konusu mekanlar hizmete açılmadan önce o mekanı projelendiren teknik elemanlar “Bir gün burası çok yağmur alırsa, buraya hesap edilenden fazla kar yağarsa, bizim düşündüğümüzden daha fazla bir rüzgar eser ve bu rüzgar karşı konulamaz bir fırtınaya dönüşürse o anı en az tahribat ile nasıl kurtarabiliriz.?” şeklinde kafa yormaları ve mesafeyi bu olağanüstü tabiat olaylarına göre ayarlamaları gerekiyor.

Son iki gündür bir taraftan Meteoroloji genel müdürlüğü bir taraftan AFAD çok kuvvetli, yağmur ve yağmura bağlı olarak fırtına beklendiği ile ilgili nerede ise yarım saatte bir alarm veriyorlar.

Yağmurun başlaması ve beraberinde gelen fırtınanın şiddetini arttırması sebebi ile sahil şeritlerinde ne kadar işletme, konut yada sosyal mekan varsa tamamı sular altında kaldı, fırtına dolayısı ile çatı dahil ne varsa uçtu gitti.

Böylesi olumsuzlukların birinci derecedeki sorumluları bilindiği gibi belediye başkanlarıdır, Yağışın ve fırtınanın biraz hafiflemesinden sonra üzerlerinde sarı yağmurluk ayaklarında siyah yada konsepte uygun çizmeler ve arkasında başkanın  “-Ne yapalım öngörülemeyen şu ana kadar eşi benzeri görülmemiş bir tabiat olayı ile karşı karşıyayız, önce hasar tespiti yapacağız sonrada yaraların sarılması adına elimizden gelen ne varsa yapmaya çalışacağız, Can kaybı olmaması sevindirici, gelen mala gelsin” şeklindeki yapacağı açıklamayı haber merkezlerine ulaştıracak basın danışmanları ile ağlayıp sızlayıp dururlar.

Bizim nerede ise bir ömür boyu duyduğumuz bu tekerlemeyi bundan sonra ilk yağacak yağmur ve ilk esecek fırtına sonrası tekrar duyacağımızdan asla şüphemiz yok.

Gerekli tedbirleri almak yerine “-Allah’tan geldi yapacak bir şey yok” savunması nerede ise alın yazımız olmuş durumda.

Ne diyor Necip Fazıl “Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader/Aldırma böyle gelmiş bu hayat böyle gider”