Bugünlerde herkes unutulmaktan, hatırlanmamaktan, aranıp sorulmamaktan şikayetçi geçtiğimiz günlerde bir sosyal paylaşım sitesinde yaşlı bir amcanın bozulduğunu sandığı cep telefonunu bir servise götürdüğü servisten de “ Amca senin telefonun sağlam bir şeyi yok, kullanmaya devam et” cevabı karşısında telefonu yere fırlatan yaşlı amcanın “Madem telefonum sağlam o zaman çocuklarım beni neden aramıyorlar.?” şeklindeki cevabı gerçekten içimizi acıtmaya yetmişti.
Anadolu’daki yerleşim merkezlerinden başta Ege ve Marmara bölgesi olmak üzere var olan büyükşehirlere doğru yıllar önce başlayan ve bir türlü durdurulamayan göç beraberinde hepimizin içini acıtan, canını yakan ve bizi gözyaşları içerisinde bırakan olayların meydana gelmesine sebep oluyor.
Geçtiğimiz hafta sabah erken saatlerde işe gitmek için evden çıktığımızda biraz ileride yere serdiği bir serginin üzerinde oturmuş yazdan kalma bir gün denilecek şekilde kendisini biraz gösteren güneşin sıcaklığından faydalanmaya çalışan bir yaşlı teyzenin kendi kendine mırıldandığına şahit olduk.
Gazeteci merakı ile “Teyzeciğim günaydın, saat sabahın yedisi, bu saatte herkes uyuyor senin de uyuman lazım, sabah sabah uykunmu kaçtı da sokağın başına oturmuş kendi kendine konuşuyorsun,” diye sorduğumuzda nasıl bir toplumsal değişime uğradığımızı da teyzenin ağzından öğrenmiş olduk.
Teyze bize “Evladım biz Yozgatlıyız, köyümüzde 40 hane yaşıyorduk, çocuklarım bu şehire geldiler, eşim öldü, bende köyümüzde yalnız kalınca çocuklarım “anne senin burada yalnız kalmana gönlümüz razı olmuyor, gel sende bizimle yaşa” dediler çaresiz geldim, bir aydır buradayım çocuklarım bana çok iyi davranıyor ama evimiz onikinci katta, komşuluk yok, kimse ile sohbet edemiyorum, ben köyümüzde sabah erken saatlerde uyanır işimi bitirirdim, senin erken dediğin şu saatlerde ben işimi bitirmiş köydeki komşularım ile güzel güzel sohbet etmeye başlamıştım, köyümü, komşularımı, koyunlarımı, kuzularımı çok özlüyorum, burada çok mutsuzum, keşke köyüme geri dönme imkanım olsa” dediğinde tek yaptığımız iş teyzenin yanından yavaş yavaş uzaklaşmak oldu.
Yaşlı teyzemizin anlattıkları içimize kurşun gibi oturmuşken aklımıza 1980’li yılların ikinci yarısında Şair Ali Akbaş’ın “Türkümü unutturdum” şeklinde başlayan şiiri geldi, ilmek ilmek işlenen o şiirde Köyden kente yavaş yavaş başlayan Göç ile ilgili ve Göç sırasında değişeceğini düşündüğümüz toplumsal değerlerin muhakemesini yapmaya çalıştığımız zamanları hatırladık.
Şair’in “Türkümü unutturdun/Beni böyle eve, köye koymazlar” diye başlayan şiirinde anlatılmak istenilen sıkıntılar 1990’lı yılların başından itibaren köylerimizden kentlere doğru başlayan ve bir türlü durdurulamayan aşırı Göç’ün yarattığı travmaların neticeleri bugün var olan bütün sosyologlar tarafından neticelendirilmeye çalışıldı ise de bundan pek başarılı olunduğu kesinlikle söylenemez.
Köyden kente göç denildiğinde akıllara İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve bu dört yerleşim merkezinin kenarındaki yerleşim merkezleri geliyor, Anadolu’daki yerleşim merkezlerin birdenbire başlayıp başta büyük şehirler olmak üzere daha çok sanayi kuruluşlarının bulunduğu yerleşim merkezlerine doğru başlayan akın Türkiye’nin demografik yapısını da bir anda değiştirmiş oldu.
Kendilerinden önce dört-beş neslin yaşadığı köyünden çıkıp hiç bilmediği kalabalık kentlerin kenar semtlerine yerleşmek zorunda kalan, en başlarda elektriği, suyu, tuvaleti olmayan ve daha çok “Varoş” olarak adlandırılan semtlere yerleşmek zorunda kalan insanımız çok büyük sıkıntılar ve o sıkıntılara bağlı olarak travmalar ile baş başa bırakıldı.
İçerisinde bulunduğumuz günlerde Türk nüfusunun çok büyük bir kısmı şehirlerde yaşıyor, Her geçen gün büyük şehirlerin nüfusu olabildiğince fazla bir şekilde artarken bırakın köyleri Anadolu’daki şehirlerde büyük oranda boşalıyor şehirlerin nüfuslarındaki azalmalar herkesi hayretler içerisinde bırakıyor.
Başlayan ve bir türlü bitmeyen aşırı göç dolayısı ve plansız yerleşmeler neticesinde şehirlerde komşuluk bitti, kimse kimseyi tanımıyor, herkes birbirine yabancı, sevgi yok, muhabbet yok, Bayramlarda bile şehirler tatil için boşaltıldığından kimsenin yan komşusunun kapısını çaldığı da maalesef yok.
35 yıl sonra geldiğimiz nokta Şair Ali Akbaş’ın "Türkümü unutturdun/Beni böyle eve köye koymazlar” şeklindeki mısralarında, yozlaşan ve kendine yabancılaşan nesle sitem ettiği nokta imiş Ali Akbaş'ın bu şiiri kapalı kültür sistemi olan köyden, daha genişletelim, tarım toplumundan, sanayileşmeye geçiş hevesine ait, kültür değişmelerini işaretliyormuş ve işaret edilen o noktaların tamamını da şu an artık “Bu şehir bana acı veriyor” dizelerinde her geçen gün daha bir fazla işleniyor.