Alparslan Türkeş’in ismini duyduğumuzda henüz ortaokul son sınıf öğrencisiydik.

Erzincan’da Sümer Orta okulunun son sınıf öğrencisi olarak Erzincan Ülkü ocaklarından içeriye adım attığımızda sanırım 15 yaşında ya vardık ya yoktuk.

Sonra 12Eylül dönemi

Arkasından  MÇP (Milliyetçi Çalışma partisi)

1991 yılı itibarı ile MHP’ (Milliyetçi Hareket Partisi)

Toz duman bir hayat

Ne gençlik bildik ne taze hayaller

Geleceğe dönük bir beklentimiz yoktu.

Biliyorduk ki ne zaman başımız sıkışsa Başbuğ Türkeş yanı başımızda olacak.

Sonra 04 Nisan 1997 o kara gün

“Yandı yürekler yandı yağan kar ile sönmez

Milyonlar bir ağızdan diyor Başbuğlar Ölmez”

Diye Ankara’nın o “kara kış” diyeceğimiz soğuk bir günde

Tabut içerisinde Başbuğ Türkeş

Tabut dışında milyonlarca yaralı.

045 Nisan 1997 yılından itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmadı.,

Ülkücü hareket belki binlerce değil lama yüzlerce partiye, fraksiyona ayrıldı.

Özellikle son birkaç yıldır meydana gelen hadiselere baktığımızda

Keşke” olmasaydı sonumuz böyle” diye dolaştığımız çok zaman olmuştur.

Bugün kendisini Ülkücü olarak gören hisseden ancak birbirinden çok uzaklarda partileşen milyonlarca insan var.

Tamamı haklının sadece kendi partisi olduğunu kabul etmiş durumda.

Gözleri başka hiç birisini görmüyor.

Kendisinden başka hiçbir arkadaşını kardeşini haklı görmüyor.

Bir zamanlar yolda yürürken arkadaşına gelen kurşuna kendisini hedef eden Ülkücü şimdi o arkadaşının kanını içse doymayacak bir noktada bulunuyor.

“Ne oldu bize” sorusunun bugün cevabı yok.

Zira herkes kendi yolunda.

Herkes kendi kayığını yüzdürmenin derdinde.

Kimse yanındakini duymuyor, görmüyor.

Daha açık bir ifade ile duymak istemiyor görmek istemiyor.

Başbuğ’un “Ülkücü Ülkücünün öz kardeşidir” ifadesi artık yerle yeksan.

Bir arada olmak adına var olan umutlarımız her geçen gün biraz daha azalıyor, kırılıyor.

Geriye bir tek “Türkeşçi” olarak anılmanın verdiği o muhteşem keyif kalıyor.

Buna da şükür .