Önce bir son dakika haberden kesit;
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ekonomi ve hukukta reform mesajından sonra başlatılan İnsan Hakları Eylem Planı'nda sona gelindi. Erdoğan hazırlanan taslakları kabul ederken, 2 Mart'ta Beştepe'de yapacağı açıklama ile kamuoyunu bilgilendirecek.
Bu haberi ve bu habere benzer haberleri son bir yıldır kaç kez okudum bilmem ama, bu haberi de okuduğum bir sırada her sabah enerji veren yazılarını bana atan meslektaşım Yüksel Ercan abi ile kısa bir tartışmaya girdik.
Okyanus ötesi dalgaları ile iktidar üzerinden ülkeyi sallayan Joe Biden yönetimli Amerika'ya “Hayırlı olsun” mesajı attığını, ama hala cevap alamanının üzüntüsünü yaşadığından dert yanan meslektaşım, gazeteci abim Yüksel Ercan'ın “Adam herkesi aradı, bana geri dönüş yok.. Bütün gün telefon elimde bekliyorum arayacak diye ses yok ama” mesajına gülümserken, Erdoğan'ın 20 yıla yakındır başkanı olduğu ve yapacağını bugüne kadar neden yapmadığını düşünüp, umudumu bu kez 2 Mart'a bırakırken sona gelinenin ne olduğunu da merak etmedim değil.
Çünkü, ekonomi ve hukukta reform mesajından sonra, başlandı denilen İnsan Hakları Eylem Planı’nın ne olduğu konusunda merakım daha da artıyordu, partisinin Grup Başkanı Özlem Zengin'e yazdığı bir mesaj dolayısıyla, hem de bir avukatın kaşla göz arasında tutuklandığı ülkemde..
Evet, hakaretin insan hakkı olmadığı ve olmaması gerektiğini savunan bir insan olarak eleştirinin hapisle sonuçlanmasının da bir o kadar yanlış ve dikta bir yönetim anlayışı olduğunu düşünmekte ve düşündüklerimi her yazdığımda yazımın, satırlarımın gün geçtikçe, “Acaba” düşüncesi ile daraldığını da anlıyordum.
Çünkü bu ülkede İnsan Hakları eylem planı derken bunun planda kaldıkça başka eylemlere, tutuklamalara, kayyumlara ve gerilmelere neden olduğunu da gözlemliyor, üzülüyordum.
Meslektaşım Ercan ile sohbetin devamında “sona gelindi” satırlarının bugünkü yazımın başlığı olurken iki gazetecinin konusunun siyaset olduğunu anladığınızı tahmin edip, bu sonun nasıl olacağı yönünde tartışmamızın yapılacak seçimle alakalı bir hayli kısa ama anlamlı olduğunu da görüyordum.
Ama bir görüşme için geldiğim 151 köylü İstanbul'un Arnavutköy ilçesinin sınırları içinde bulunan ve köyün içinde köy diyebileceğimiz gelişi güzel bir yerleşimle köy mü, sanayi bölgesi mi, şehir mi diye çıkaramadığım Hadımköy'de ve buna benzer köşelerinde yaşanan sorunlardan bihaber muhalefetin, basının, medyanın nasıl olup sonu getireceğini de düşünmedim değil.
Buna neden ise bir taraftan pandemi var diyerek kahvehane, birahane, spor tesisi, lokanta, cafeleri kapattıran, diğer taraftan tıka, basa dolu salonlarda heyecanlı kongreler yapıp, memur gibi atadığı başkanlarının sanki seçimle, yarışla seçildiğini ima ettiren, genel başkanının yarım saatte bir tv ekranlarına çıktığı mevcut iktidarın sona değil, 2023'e doğru emin adımlarla gittiğini anlatmam ve beklenen sonun iktidar için değil, bu yönde beklenti içinde olanları beklediğini söylüyordum, yazmaktan yorulup, attığım sesli mesajla..
Ama Yüksel Ercan'a da hak vermiyor değildim, 20 yıldır bir türlü, hayata ve eyleme geçirilemeyen, tam aksine son torba da, bizim kaz dernekleri gibi dernek olamazsınız deyip, STK'ları da hüküm altına alan kanunların çıktığı ülkede gün geçtikçe daha da daralan İnsan Hakları Eylem Planlarını düşündükçe..