Gün içerisinde ziyaretimize gelen ve bir şekilde siyaset ile iştigal eden çok sayıda arkadaşımız sohbetin çok büyük bir bölümünde Şans denilen faktörün kendilerine uğramadığını, çok fazla mücadele vermelerine rağmen siyasette istedikleri noktaya gelemediklerini anlatıp duruyorlar.

Kendileri ile birlikte hatta kendilerinden sonra siyasete başlayan arkadaşlarının bugünlerde hiç hesap edilmeyen siyasi makamlara geldiklerini de söyleyen misafirlerimizin bu serzenişlerini saatlerce çaresiz bir şekilde dinledikten sonra "Soda için rahatlarsınız" demek zorunda kalıyoruz.

Tabi bir taraftan arkadaşlarımızın bu serzenişlerine " soda için rahatlarsınız"  tavsiyelerinde bulnururken bir taraftanda  gazetelerin arşivlerini inceleyip, Dünyada ve Türkiye’de meydana gelen küçücük tesadüflerin o ülkelerde siyaseti dolayısı ile insan hayatını nasıl değiştirdiği ile ilgili önemli dönemeçleri görür ve sonrasında “Nasipte varsa hiç kimse seni gideceğin yoldan çeviremez” ifadesini kullanıyoruz.

Böyle değişimlerin en fazla yaşandığı ülkelerden birisi de Türkiye, Zaman zaman “bu kadarmı olur” dedirtecek cinsten hadiselerin yaşandığı bizim memlekette bir anda verilen kararların hayatımızı hangi yönde değiştirdiği ile ilgili örneklere baktığımızda geçmişi de geleceği de daha iyi anlayabileceğimizi düşünüyoruz.

Hatırlatmakta fayda var artık gelecekten umudunu kesmiş emeklilik dönemini bekleyen Kenan Evren’in genelkurmay başkanlığı dönemi, Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan sıkıntılı yıllarıydı. Siyasette istikrar yoktu ve bir hükümetin ortalama ömrü bir yıl bile sürmüyordu. 1970 ile 1980 arasında 10 yıl içinde 13 hükümet kuruldu. Bunların dördü ara rejim döneminin teknokrat hükümetleriydi.

Kenan Evren, Genelkurmay Başkanlığı’na atandığında Üçüncü Bülent Ecevit Hükümeti işbaşındaydı.Kenan Evren’e Genelkurmay Başkanlığı yolunu Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e karşı inadı ile açmış, ancak atama kararnamesinin altında Başbakan olarak Bülent Ecevit’in imzası yer almıştı. Kenan Evren, darbeden sonra Süleyman Demirel’i de , Bülent Ecevit’i de Zincirbozan’a gönderecekti.

Bülent Ecevit emekli olacağı günü bekleyen Kenan Evren’i Genelkurmay başkanı yapmasaydı 12 Eylül 1980 tarihinde yapılan Darbe’nin süreci nasıl ilerleyecekti o gün bu gündür çok merak ediyoruz.

12 Eylül 1980 yılında yapılan ihtilal sonrası 1983 yılında kurduğu ANAP ile tek başına iktidara gelen Turgut Özal Silifke'de ilkokulu bitirdiğinde, renkli düşlerinin sonu olan talihsizlikle burada karşılaşır.

Bu talihsizlik, Turgut Özal'ın kaderini de değiştirecektir.

Turgut Özal eşekten düşüp kolu kırılmasa, belki askeri okula girecek ve istediği gibi iyi bir pilot olacak ama, bir gün politikaya atılıp kitleleri coşkuyla dalgalandıramayacak, topluma o güne kadar duymadığı yepyeni şeyler söyleyemeyecek, önce Başbakan sonra Cumhurbaşkanı seçilemeyecek ve adını tarihe yazdıramayacaktı.

Bununla birlikte Turgut Özal, 1977 Türkiye genel seçimlerinde Milli Selamet Partisi'nden İzmir milletvekili adayı olmuş ancak seçilememişti, 

Turgut Özal 1977 yılında milletvekili seçilebilse idi süreç kendisini 1983 yılına getirebilirmiydi doğrusu bunu da merak ediyoruz.

26 Aralık 1960 doğumlu olan Cem Uzan 2002 yılının yaz aylarında siyasete girerek Genç Parti'yi kurdu ve genel başkanı oldu.

Partisi, kurulmasından üç ay sonra katıldığı 3 Kasım 2002 genel seçiminde yüzde 7,25 oranında oy aldı.

66 günde aldığı 2 milyon 500 bin oy ile büyük başarı yakaladı, birçok üniversite bu başarıyı araştırdı, öğrencilerin tez konusu oldu.

Genç Parti, 22 Temmuz 2007 genel seçiminde yüzde 3.03 oy oranı almış, ancak iki seçimde de milletvekili çıkartamadı.

Cem Uzan’ın 2002 tarihinde aldığı yüzde 7.25 oranındaki oy DYP ve MHP’yi yüzde bir bile olmayan oy oranları ile TBMM dışında bıraktı, 03 Kasım 2002 seçimlerine Cem Uzan’ın başkanlığındaki Genç Parti katılmasa o tarihten sonra Türkiye siyaseten nasıl bir noktaya gelecekti, bu sorunun cevabını da çok merak ediyoruz.

1991 seçimleri ve tercihli oy sistemi ilk kez kullanılıyor. Bugünün CumhurbaşkanıRecep Tayyip Erdoğan RP'den 6.bölge 1'nci sıra milletvekili adayı olarak sandığa girmişti.. Tayyip Erdoğan seçimi kazandı, hatta milletvekili mazbatasını bile aldı.

Ancak beklenmeyen bir gelişme yaşandı. Daha sonra FP ve AK Parti'den de milletvekilliği yapacak olan ikinci sıra adayı Mustafa Başn itirazı ortaya çıktı.YSK, Baş'ın Erdoğan'dan daha fazla tercihli oy aldığını ilan etti.

Erdoğan'ın 11 günlük milletvekilliği sona erdi. Mazbatası iptal edildi. 

Erdoğan'ın kaybetmekten çok arkadaşının tavrına üzüldüğü söylenir.

İtiraz etmesini isteyenleri, "Ben kadere itiraz etmem" sözleriyle geri çevirir ve sonuca katlanır.

1991 yılında yapılan genel seçimde tercihli sistem olmasa ,bu sistem dolayısı ile Mustafa Baş Ben daha fazla oy aldım diye itiraz etmese, Milletvekili seçilen hatta mazbatasını bile alan Recep Tayyip Erdoğan ın milletvekilliği iptal edilmese, Erdoğan’da 1991-1995 arası TBMM’de milletvekili olarak kalsa 1994 yılında yapılan yerel seçimlere katılamayacak, katılamayacağı içinde İstanbul büyükşehir belediye başkanı seçilemeyecek sonrasında da kendisini Cumhurbaşkanlığına kadar taşıyacak olan sürecin dışında kalacaktı.

Bütün bunlara rağmen Tayyip Erdoğan 1991 yılında seçildiği milletvekilliğini itiraz sonrası Mustafa Başa teslim etmese ve dönem TBMM’de kalsa, sonrasında Türkiye’de nasıl bir siyasi iklim hüküm sürecek bu durumu da inanın çok merak ediyoruz.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız ve bir ülkenin kaderini değiştiren hadiseler meydana geldiğinde belki de tesadüf diyebileceğimiz ufak tefek kazalar sonucunda neticeye bir adım kala hedeften uzaklaşanlar, hiç aklında olmadığı takdirde meydana gelen değişiklikler dolayısı ile zirvede olanlar arasındaki bağlantılardır.

Şair Sezai Karakoç “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” isimli şiirinde

Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır 

Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardır 

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır 

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır 

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır/

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır 

diyerek bir noktada kim hangi hesabı yaparsa yapsın neticede işin kendi mecrasında yol alacağını da bize öğretiyor.

Bizler Amentüye iman etmiş insanlarız, hayatımızı devam ettirmek adına gücümüzün yettiği kadar çaba gösteriyoruz, Bir gazeteci olarak her ne kadar tarihin akışını yukarıdaki örneklerde olduğu gibi merak etsek te sürekli “Kadere İman” noktasında beklediğimizden olup bitenlere de “Nasip” penceresinden bakmaya devam etmek zorunda olduğumuzu da çok iyi biliyoruz.