Rahmetli dedem, bünyesi artık tedaviye cevap vermediği için, hiç olmazsa son günlerini evde geçirsin diye hastaneden taburcu edilmişti. Evde kaldığı dönemde, çektiği ağrılar sebebiyle olsa gerek, sürekli olarak hastaneye gidip doktora görünmek istediyordu. Buna gerek olmadığı konusunda türlü bahaneler bulsak da, bir türlü ikna edemiyorduk. Durumu doktoruna anlattığımızda, "Bana getirin, ben gerekeni yaparım" deyince, soluğu doktorda aldık. Birkaç basit muayeneden sonra doktor bizi yan odaya davet edip, "Hastanızın durumunda değişiklik olmadığı gibi, tıbben de yapacak birşey kalmadı. Ona hap görünümlü bazı şeker tabletleri verip, bunları kullanmasını isteyeceğim. Verdiklerimin ilaç özelliği olmadığı gibi, hiçbir yan etkisi de yok" diye bilgi verdi.
İşimiz bitip eve döndüğümüzde, dedem kendisine verilen tablet şekerleri söylenildiği üzere hap niyetine kullanmaya başladı. İlginç bir şekilde artık ağrılarından şikayet etmeyen dedeme durumunu sorduğumuzda, bize şu cevabı vermişti;
- Ağrım filan kalmadı. Kaç gündür doktora gidelim diyordum, götürmüyordunuz. Allah razı olsun, doktorun verdiği yeni ilaçlar çok iyi geldi.
Aslında dedemin hastalığında ve ağrılarında hiçbir değişiklik olmamıştı. Olan şey, psikolojik bir kabullenmeden, güvenmeden ve inanmadan başka bir şey değildi. Bir başka değişle, doktor ve onun verdiği sahte ilaçlar dedemde "Plasebo Etkisi" yaratmıştı.
Peki nedir bu "Plasebo Etkisi"?
Plasebo etkisi, hap, damla ya da enjeksiyon şeklinde kullanılan, farmakolojik açıdan etkisiz bir ilacın, telkine dayalı psikolojik bir etki ortaya çıkarması halidir. Kısacası, psikolojinin devreye girdiği sahte bir tedavi biçimidir.
Latince kökenli bir kelime olan ve "hoşnut etmek" anlamına gelen plasebonun etkili olmasındaki en önemli iki unsur, beklenti ve koşullanmadır.
Bu yöntem özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında, yaralı askerlerin tedavisi için kullanılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında sağlık merkezlerinde morfin bittiğinde, doktorlar hastalarına morfin yaptıklarını söyleyerek tuzlu su iğnesi yaptılar. Sonuçta, morfin aldığını düşünen hastaların acıları inanılmaz bir şekilde azalmıştı.
Platon'a göre, baş ağrısının ilacı ancak ilaç hastaya büyüleyici geldiğinde fayda eder.
Hemen bu noktada, aklıma geliveren ve konu ile de alakalı bir fıkrayı sizlerle paylaşmak istiyorum;
İshal olan Temel hastaneye gittiğinde, şikayetini dinleyen doktor Onu dahiliye servisine sevk etmiş. Ancak evraklar karıştığı için Temel'i psikiyatriye yatırmışlar. Bir süre sonra, sevki yapan doktor Temel'i psikiyatri servisinde görünce, sormuş.
- Yahu sen ne arıyorsun psikiyatride?"
- Bilmem, beni buraya yatırdılar işte.
- Peki, ishalin geçti mi?"
Temel'den yanıt:
- Yoo, aynen devam ediyor, ama artık kafama takmıyorum.
Plasebo etkisi, ekseriyetle tıpta kullanılan bir yöntem olmasına karşın, günümüzde özellikle pazarlama alanında da sıkça kullanılmaya başlanmıştır.
Ürünlerin etiketlerinde yer alan 4.99' lu fiyatlar tamamen plasebo etkisi oluşturmaya yöneliktir. Bu etki yüzünden, 5 lira size pahalı gelirken, 4.99 daha ucuz gelmektedir.
Marka takıntısı da aynı etkinin bir sonucudur. Artık, pazarlama faaliyetlerinde ürünün ön plana çıkması değil, ürünü tüketicinin zihnine yerleştirmeye çalışmak daha önceliklidir.
İşte sırf bu sebeple, kağıt mendillere “selpak”, leke çıkarıcı kimyasallara “cif”, margarinlere “sana”, suya karıştırılıp içilen içeceklere “lezzo ya da oralet”, traş bıçaklarına da “permatik” denilmektedir.
Bunun sebebi, bu ürünlerin alanlarında ilk olmaları ve bu suretle de bilinç altına markalarıyla yerleşmiş olmalarıdır. Diğer markalarla kıyaslandığında, kalite açısından üstün olmasalar bile, plasebo etkisiyle psikolojik üstünlüğü çoktan ele geçirmişlerdir.
Oyun oynarken düşüp ağlamaya başlayan bir çocuğa, "Bir şeyin yok, ağlama, sen kocaman adamsın" denmesinden sonra aniden susması da plasebo etkisindendir.
Plasebo etkisinin görüldüğü en güncel örnek ise, dünyaya musallat olan Corona virüsüne karşı aşılamada ortaya çıkmıştır.
Bilindiği üzere, ülkemizde corona virüsüne karşı aşılama faaliyetleri tüm hızıyla sürüyor. Aşı sırası gelenlerin önünde ise, Biontech isimli Alman menşeli aşı ile Sinovac isimli Çin menşeli aşı seçenekleri bulunmakta. İnsanların bu aşılardan hangisini olmak istedikleri hususu ise kendi tercihlerine bırakılmıştır.
İşte tam da bu noktada plasebo etkisini görüyoruz. Bazı insanlar, sırf "Almanlar disiplinli insanlardır ve onların aşısını da zaten Türkler buldu" diye Alman aşısını tercih etmeye başladılar. Hatta, "Alman arabaları çok sağlam oluyor, aşıları da iyidir" deyip Alman aşısını tercih edenleri bile gördüm. Öte yandan, "Çin malı" diye kafamıza yerleşen kalitesizlik olgusu, aşı tercihlerine de sirayet etmiş durumda.
Oysa ki uzmanların verdiği bilgilere göre, bütün aşıların gayesi ve etkisi üç aşağı beş yukarı aynı. Belki bazı yan etkileri sebebiyle tercihlerde değişiklik olabilir. Fakat, Alman arabaları daha sağlamdır ya da Çin malları kalitesizdir düşüncesiyle, belli bir marka aşıya yönelmek acaba ne kadar anlamlıdır?
Yapılması gereken şey, öyle ya da böyle, tercih edilen ve ulaşılabilen aşıyı ilk fırsatta vurulmaktır. Bugünlerde Çin aşısı konusunda sıkıntı var ve ilk doz aşılarını olacaklara Sinovac aşısı randevusu verilemiyor. Bu durumda, ""Ben Çin aşısını tercih ediyorum, Alman aşısını vurulmam" deyip aşı olmaktan kaçınmak hem kişisel hem de toplumsal bağlamda yanlıştır. Çünkü, görünen o ki, başımızdaki bu corona belasından ancak aşılama ve bağışıklık yoluyla kurtulabileceğiz. Bu nedenle, kendimiz için değilse bile, toplumsal sorumluluğumuz sebebiyle bir an önce aşılanmak en doğrusudur...
Esen Kalın...