Sınırları içerisinde yaşamaya çalıştığımız evimize ekmek götürdüğümüz, dedelerimizin, babamızın, annemizin, akrabalarımızın mezarlarının bulunduğu, bizden sonra gelecek nesillere yurt olarak bırakmak istediğimiz şehirlerin plansız, programsız bir şekilde büyümesi, artık herkesin ortak şikayeti olmuş durumda.
Dikkat edin özellikle Büyükşehirlerde yaşayan vatandaşlarımızın bir tamamı rahat bir hayat sürmeye çalıştıkları yerleşim merkezlerinin artık yaşanacak alanlar olmaktan çıktığını bugünlerde daha rahat ve hiç kimseden çekinmeden ifade etmeye başladılar.
Herkes sabah uyanıp sokağa çıktığında kendisini rahatsız eden ruhsuz beton binaları, mimariden nasibini almamış, estetik kaygısı taşımayan insanların çiziktirdiği, kargacık burgacık beton yığınları, Kendi ellerimizle hazırladığımız beton mezarları görüyor, gördükleri karşısında da muhtemelen midesine kramp girecek noktaya geliyor.
Bu kadar olumsuzluk ile karşı karşıya kaldığımızda ister istemez "Hani bizim övündüğümüz estetik kaygılar taşıyan sanatkar ata mimarlarımız vardı. Eğer yapılaşma konusunda halimiz böyleyse böyle ucube binalar yapan, her parselde ayrı bir zevksizlik sergileyen mimarlar kimin torunu?" kendisine daha fazla sormak zorunda kalıyor.
Bunları denetleyen izin verenler kimin torunları?
Gerçekten anlamakta güçlük çekiyoruz.
Cenaze namazından sonra hayatını kaybedenin konulacağı mezarı düzenlerken mezarı biraz eğri kazan görevliyi “düzelt” diye uyaran bir geleneğin torunları böyle zevksiz estetikten yoksun olamaz diye düşünüyoruz.
Ancak tahmin edileceği gibi durum yazdığımızdan daha da kötü bir halde.
Ada bazında projeler yapılsa çevre ve yeşil alanlar çoğalsa,
Daha az malzeme kullanılsa.
Her binaya ayrı ayrı tesisat yerine tek binaya tek sistem kurulsa.
Dış cephelere insan ruhunu dinlendiren estetik görünümler verilse.
İnsanca yaşam alanlarına kavuşsak kötümü olur.
Sabah uyansak sokağa caddeye çıktığımızda göze, gönülle hoş gelen yollar binalar yeşil alanlarla karşılaşsak.
Bu şekilde bir anlayış geliştirilebilse belki işlenen suçlar azalacak,
belki insanlar daha tahammül içinde olacak.
Belki kavgalar azalacak.
Belki zulümler azalacak,
Gözün gördüğüne gönül alışacak.
Böyle bir adım atılabilse
Bütün mimarlar mühendisler çevreciler bir estetik kuruluna üye olacak.
Gençlere dersler verilecek.
Daha güzel bir çevre, daha yaşanılabilir bir ortam oluşacak.
Sabah uyanıp sokağa çıktığımızda bir kovboy filmi izler gibi olanları izlemesek.
Elimizden geldiğince çözüm üretmeye çalışsak kötü mü olurdu?
Estetikten uzak yapılaşmanın birinci dereceden sorumlusu her ne kadar Büyükşehir belediyeleri olsa da asıl sıkıntı ilçe ve belde belediyelerinden kaynaklanıyor.
Zira başlanacak olan bir projeye inşaat ruhsatını da bittikten sonra vatandaşın İSKAN olarak bildiği Yapı kullanma izin belgesini veren de İlçe belediye yönetimleri.
İlçe belediyeleri muhtemelen kendi yerleşim merkezlerinin estetiğinden daha çok başlanılan projelerden alacakları harçları düşündüklerinden olsa gerek bir noktadan sonra var olan ve düzeltilmesi mümkün olmayan yapılaşmayı engelleyemiyorlar.
Aynı ada ya da pafta içerisindeki çarpık yapılaşmalar estetik kaygısı yaşayan vatandaşlarımızı daha fazla üzüyor.
Aynı bölge içerisinde çok katlı binaların olduğunu da görüyorsunuz onların yarısına yakın binaları da.
“Bu durum neden meydana geliyor, böylesi çarpık bir yapılaşmaya kim izin veriyor?”
sorusuna cevap verecek hiçbir Allah kulu da şu ana kadar çıkmıyor ya galiba en büyük sıkıntı da bu.
İlçe belediyelerinin imara bakan kısımlarında bir 'Estetik kurul' oluşturulsa,
O kurulda görev alan teknik isimler de daha projenin başında muhataplara "Buraya konut yapacaksınız, yapacağımız bu konut projesinde insanların mutlu bir hayat sürmesi adına estetiğe biraz daha önem verseniz, yeşil alanları biraz daha fazla yapsanız, ecdadımızın var olan mimari geleneğine göre ortaya bir yapı çıkarsanız" deseler, ticari proje yapanlara da “Burada bütün gününü çalışarak geçirecek olan insanların daha huzurlu bir ortamda görev yapabilmeleri adına güzel fikirler geliştirseniz, biz de size yardımcı olsak" teklifinde bulunsalar, inanıyoruz ki var olan beton yığınlarının pek çoğu daha yaşanabilir projelere dönüştürülebilir.
Bu kaygılar ile vatandaşın karşısına çıkan pek çok teknokrat yıllar yılı 'Şehirlerin kimliğinden' dem vurup duruyorlar.
Ancak şehirlerin özlenen kimliklerine kavuşabilmeleri adına hiç kimsenin tek bir adım atmadığı bu yüzden de ileriye gidileceğine her geçen gün geriye gidildiği de artık aşikâr.
Aslında şehir estetiğini hayata geçirebilmek adına çokta bilgi sahibi olmaya gerek yok. İlçe belediye başkanları ilgili İmar birimini çağırıp "İnşaat ruhsatı verirken özellikle de inşaatlar bittiğinde yapı kullanma izni talep edildiğinde mesela ilçe sınırları içerisindeki bütün binaların dış cephesinin yapılıp beyaz renge boyatılmasını şart koşacağız. Bu iki şartı yerine getirmeyene iskan vermeyeceğiz" dese çok değil birkaç yıl içerisinde o yerleşim merkezinin çehresinde büyük değişiklikler göze çarpacaktır.
Bizi boğan, sinir sistemimizi perişan eden estetikten uzak yapılar artık yukarıda da belirttiğimiz gibi parti ya da siyasi görüş noktasını çoktan geçmiş durumdadır.
Yurt dışına daha çok giden oradaki yapılaşmayı gören herhangi bir vatandaşımız "Eğer Avrupa'nın herhangi bir yerleşim merkezinde yapılaşma böyle ise bizdeki ucube binalara ne isim vereceğiz?
Avrupa ülkelerindeki bu estetik yapılaşmayı hayata geçirenler belediye yönetimleri ise bizdeki yerel yönetimlere ne isim vereceğiz?" sorularını daha çok yöneltmeye başlıyorlar.
Estetik şehirler noktasında artık gidebileceğimiz bir metre yol bile kalmadı.
Dolayısı ile bizimde beklentimiz bir sabah uyanıp sokağa çıktığımızda ümidimiz yemyeşil bir çevre. Sanatkar mimarların çizdiği estetik binalar, huzurlu bir yaşam alanı oluşturulmuş kentler ve herkesin insanca yaşadığı medeni bir toplumdur.
Bu bizim de ihtiyacımız sınırlarımız içerisinde yaşayan 83 milyon insanımızın da temel beklentisi.
Artık estetikken uzak beton mezarlarda yaşamak herkese büyük acılar veriyor.