Pek çok kamu kurum ve kuruluşumuz Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna vatandaşlarımıza hizmet götürmeye çalışıyorlar, bu kurumların pek çoğunun memleketin dört bir tarafında temsilcileri var, en ücra yerlerde temsilcisi olmayan kurumlar işlerini de oralarda olan aracı kurumlar üzerinden çözmeye çalışıyorlar.

Ancak İki kurum daha doğrusu iki meslek grubu var ki bunların her ikisinin de olmadığı köy-kasaba yok, Bu kurumlardan birisi Diyanet işlerine bağlı olarak görev yapan Müftülük ve o müftülüklerin bünyesinde olan Cami görevlileri, diğeri de Milli Eğitim bakanlığına bağlı olarak görev yapan Okullar ve okulları var eden eğitimci ordusudur.

Dolayısı ile bu memlekete yaşayan 82 milyondan fazla nüfusu isteseler de istemeseler de en azından günde bir kere bulundukları yerleşim merkezlerinde Cami imamları ve Öğretmenler ile bir araya gelmek durumundadırlar, Hayatımızın her noktasındaki olmazsa olmazlarının başında gelen İmamlar ve Öğretmenler herkes için çok değerlidir diye düşünüyoruz.

Statüsü ne olursa olsun en yüksek noktada  bulunan bir yetkilinin konuşma yaptığı yerde eğer bir İmam varsa söz kesinlikle imamındır, Özellikle ilkokul çağlarındaki çocuklarımıza biz ne öğretirsek öğretelim çocuk gider öğretmenine danışır, Eğer öğretmeni bizim söylediğimizin tersi bir bilgi verse bile çocuk anne babanın değil öğretmenin söylediğini doğru kabul eder.

İnsanoğlunun doğumundan ölümüne kadar geçen süre içerisinde İmamlar ve Öğretmenler var olduğuna ve insanımızın da bu iki meslek grubuna her şeyden fazla önem verdiğine göre bu kadar değerli olan her iki meslek grubundan da işlerini doğru dürüst yapmalarını istemek gibi bir beklentimiz oluşmaktadır.

Son bir kaç yıldır özellikle kendilerini “Din adamı-Hoca-Şeyh-Ulema” diye tanımlayan, o sınıfta bulunmayı kendisi için uygun gören, yada kendisinde o sıfatlar olmamasına rağmen öyleymiş gibi davranan “sözde din adamlarının” bu millete verdikleri tahribatları 82 milyon Evladı Vatan hep birlikte şaşkınlık içerisinde izlemeye başlayınca işin doğrusu sınırları içerisinde yaşamaktan keyif aldığımız memleketimiz adına endişe duymaya başladık.

Bu memlekette sorun çok  özellikle eksik din eğitimi dolayısı ile nüfusu cüzdanında İslam yazan ancak okumayı, araştırmayı kendisi için büyük bir lüks sayan ve İslam dinini kulaktan dolma bilgiler ile öğrendiğini düşünen milyonlarca vatandaşımız bu kadar olumsuzluk karşısında televizyon ekranlarında kendisini din adamı olarak tanımlayan kim varsa onun söylediklerini gerçek olarak kabul etmek zorunda kalıyor.

Dikkat edin son zamanlarda bu “yarım din adamları” dolayısı ile İslam dini bir anda Cinsellik ile bir araya sıkıştı kaldı, Milletin yıllar yılı itibar gösterdiği bu sözde din adamlarının anlatmaları gereken milyonlarca gerçek varken işi getirip tamamen Cinsellik ile ilgili meselelere dayandırmaları anlaşılır gibi değil.

Normal şartlarda böylesi olumsuzluklara Diyanet işleri Başkanlığının el koyması ve vatandaşı yanlış noktada bilgilendiren sözde din adamlarına “Yahu ne yapıyorsunuz, Vatandaşın zaten kafası karışık, okumuyor, araştırmıyor, bu kadar sorunun sıkıntının arasında sizde benzini almış ateşin üzerine gidiyorsunuz” demesi gerekirken üzülerek müşahade ediyoruz ki belli zamanlarda diyanet İşleri başkanlığındaki görevlilerde aynı aymazlığın içerisine düşüyorlar

Kendilerini “Din alimi” diye tanımlayan ancak Din ile diyanet ile en ufak bir ilgisi bulunmayan bu “Aklı evveller” dünyalık nimetlerini daha da fazlalaştırmak adına nasıl sahip olduklarını ve masraflarını nasıl karşıladıklarına bir türlü akıl sır erdiremediğimiz televizyon kanalarında “Yanmayan kefenden, Kıbleyi gösteren seccadeye” kadar ne kadar akıla zarar eşya varsa satmaktan da geri kalmıyorlar.

Geldiğimiz noktada kendisini cemaat olarak tasnif eden bir sürü grup artık “bizden başka cemaat cehennemliktir” diyecek kadar işi uç noktalara kadar getirmiş vaziyetteler, 82 milyon vatandaşın gözünün önünde cereyan eden bu “kayıkçı kavgasına” başta Diyanet işleri Başkanlığı olmak üzere Devletimizin diğer kurum ve kuruluşları neden müdahale etmiyorlar, inanın anlayabilmiş değiliz.

Din ve Diyanet noktasında işler her geçen gün artık hesap edilemeyecek kadar kötü noktalara kadar gidiyor, Milli Eğitim Bakanlığı kendi bünyesindeki görevlilere yaptıkları yanlışlar dolaysı ile ceza uyguluyor, gerekli yaptırımları hayata geçirebiliyor.

Ancak Diyanet noktasında aynı yaptırımların uygulanmadığı hatta ve hatta bu tür olumsuzlukları yayanlara nerede ise prim verildiği toplumun her kesiminden seslendirilmeye başlanmışken alınması gereken önlemlerin sürekli ötelenmesi vicdanlarında kanamasına vesile oluyor.

Bu kafa karışıklığının giderilmesi ve İslam dinini ,konuyu iyi bilelerin anlatması amacı ile atılması gereken bütün adımların hayata geçirilmesi adına ilgili ama daha da önemlisi bilgili yöneticilerin ellerini taşın altına koymaları ve toplum tarafından büyük bir saygı ile dinlenilen gerçek din adamlarının bu milletin karşısına çıkması için lazım olan bütün düzenlemelerin yapılması artık mecburiyet olmuştur.

Yoksa bu gidiş gidiş değil.