İstanbul’da bundan çok uzun yıllar önce beraber konuşmacı olarak katıldığımız bir toplantı sırasında yazılarımı severek okuduğumuz Yavuz Bülent Bakiler  çantasından” Yalnızlık-Duvak ve Seninle” isimli üç adet kitabı çıkartıp “Yüksel Ercan bunları senin için imzaladım, muhtemelen bu kitaplar sende varsın ama Sen şiiri seviyorsun, bu üç kitabı da biraz daha dikkatli oku” dediğinde Duvak isimli eserin içerisindeki “Bizim türkümüzde gurbet var artık./Hasret var, yürek var, toprak var balam /Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar /Tiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları'na dek uzar /Kim demiş vatanımız Edirne'den Kars'a kadar ”diye başlayan Bizim Türkümüz isimli şiiri dakikalar içerisinde kaç kez okuduğumuzu inanın hatırlamıyoruz bile..

Yavuz Bülent Bakiler’in bütün eserlerini çok severiz, Eserlerindeki bütün şiirler muhteşemdir, iki kız babası olan bir Türk evladı olarak kızlarımızın küçüklüğünde ağladıkları  zamanlarda onları Yavuz Bülent Bakiler’in şiirleri ile uyuttuğumuzu çok net bir şekilde hatırlıyoruz.

Bütün bunlara rağmen Şairin “Bizim Türkümüz” isimli şiirin bizdeki önemi bir başkadır, Ne zaman bu şiiri okusak, Adriyatik’ten Çin seddine, oradan Buhara’ya, Kerkük’e bir koşu gider, Çinliler tarafından hazırlanmış darağacında idam edilen Osman Batur Han ile birlikte idam sehpasına  çıkar, Üsküp’te Ecdadın sefer sırasında kullanacağı köprüleri inşa eden Mimar Sinan ile birlikte inşaata taş taşıyan insanlar gibi hissederdik kendimizi.

Bizim Türkümüz isimli şiir bizi durduk yerde Uçsuz bucaksız  Türk dünyasına gitmek mecburiyetinde bıraktı, Manas Havaalanına iner inmez dinlerken heyecandan heyecana daldığımız Manas destanını, Tanrı dağlarının eteğinde çimenlerin üzerine yattığımızda alabildiğine mavi gökyüzünü seyrederken bir taraftan da “Atsız Tanrıdağında “ şiirini mırıldandığımızı hatırlıyoruz.

1990’lı yıllara kadar Sovyetlerin egemenliği altındaki Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanacağını ve Türkiye’nin de bağımsızlığını kazanan bu kardeş devletlere ağabeylik yaparak 250 milyonluk kocaman bir Türkistan İmparatorluğunun önderi olacağına o kadar inanıyorduk ki “Kim demiş vatanımız Edirne’den,Kars’a kadar “ mısralarını keyifle ifade ederken “”Türk Birliğinin” gerçek olacağı günleri de büyük bir özlemle bekliyorduk.

1991 yılında Sovyetler birliğinin dağılması ve İmparatorluk bünyesinden Beş Türk Cumhuriyetinin de bağımsız devletler olarak tarih sahnesindeki yerlerini almaları ile “Hazar Kabarıyor o halde Türklük dünyaya yeniden hükümran oluyor” tezinin de yavaş yavaş  gerçekleşeceği günlerin arefesinde olduğunu düşünüyorduk.

Türkiye’de Alparslan Türkeş, Azerbaycan’da Ebulfez Elçibey, Kırım’da Mustafa Kırımoğlu, Doğu Türkistan’da İsa Yusuf Alptekin, Çeçenistan’da Cevher Dudayev gibi Türklük ateşini sürekli diri tutan önderlerinde sık sık bir araya gelmeleri Türk Birliğinin gerçekleşeceği düşüncesini daha da güçlendiriyordu.

Önce Azerbaycan’da Cumhurbaşkanı seçilen ve “Türkiye ile Azerbaycan’ı birleştireceğim” diyen Ebulfez Elçibey uzaklaştırıldı, arkasından Cevher Dudayev bir suikast sonucu öldürüldü, sonra Alparslan Türkeş ve İsa Yusuf Alptekin vefat etti, geriye kalan Mustafa Kırımoğlu’nun da etrafı sarılıp eli kolu bağlanınca yıllar yılı yeşeren umutlarımızda yavaş yavaş kırılmaya başlamıştı.

Bu kadar olumsuzluk içerisinde sıkıştığımız her an “Bizim Türkümüz” şiirini tekrar tekrar okusak ta Emperyalist güçler Bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetlerinde bulunan yeraltı ve yerüstü madenler dolayısı ile Şairin “Uzar gider bir sessizlik içinde/ Bir uçtan bir uca Türkistan toprakları/ Beyaz altın dediğimiz pamuk tarlalarına/ Çöreklenir yedi başlı bir kızıl yılan/ Baş kaldırsa esarete yeni bir Osman Batur Han/ Bebekler bile vurulur beşiklerinde/ Kana boyanır Türkistan” dediği noktada “Kızıl bir yılan” gibi Türkistan topraklarına bir daha hiç çıkmamak üzere çöreklenmişlerdi.

Bugün 1991 yılında Sovyetler Birliğinden bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri sessiz sedasız bir şekilde başta ABD olmak üzere diğer batılı emperyalist ülkelerin uydusu olmuş durumdalar, Bağımsızlık için yıllar yılı can veren kan veren milyonlarca Türk Evladının canları pahasına kazandıkları bağımsızlık çok değil belki on yıl içerisinde kavgasız/gürültüsüz başka ülkelere terk edilmişti.

20’li yaşlardaki çocuklarımız Türk dünyası ile ilgili en ufak bir bilgiye sahip değiller, Zaten o taraflara ilgileri de yok işleri de yok, Batının markalarının esiri olmuş ve onlardan başka hiçbir yeri umursamayan nesil sayesinde Türk dünyası hayallerinin yerinde yeller esmeye başladı.

Bizim artık büyük bir umutsuzluk içerisinde ifade etmeye çalıştığımız süreç galiba en iyi “Basmış kanlı çizmeler toprağına bir defa/ Çiğnenmiş kara kalpaklar, temiz duvaklar/ Susmuş minarelerinde mübarek ezan/ Prangaya vurulmuş bir mahkûm gibi çaresiz /Boynu bükük türkülerde güzelim Azerbaycan” şeklinde mısralarda hayat buluyor ve yıllar yılı hayalini kurduğumuz Büyük Türk İmparatorluğu ideali de artık Hayal bile olmaktan çıkıyor.

Bir ömür mücadelesini verdiğiniz bir davanın boş çıkması kadar insanı kahreden, sürüm sürüm süründüren , acı veren  hayal kırıklığı başka nasıl anlatılabilir ki.?