Amerikada bir kadın hırsızlık yaparken yakalanır ve tutuklaması için polis çağırılır. Gelen polis, kadını derhal tutuklamak yerine, yaklaşır ve kadına "ne çaldın" diye sorar.
Kadın cevap verir;
- Çocuklarımın karnını doyurmak için 5 yumurta.
Polis, aldığı cevap üzerine, herkesin şaşkın bakışları arasında kadını tekrar markete sokar ve kendi parasıyla ona alışveriş yapar.
Dışarıya çıktıklarında, kadın ağlamaya başlar ve polise, "Efendim bu kadar malzeme çok, bana sadece 5 yumurta yeter de artardı bile" der.
Polis kızgın kalabalığa dönüp, ders niteliğindeki şu tarihi cümleyi kurar;
- Hepiniz benim bu zavallı kadını tutuklamamı bekliyorsunuz değil mi? Fakat onu tutuklamayacağım. Bazen kanunu değil, insanlığı uygulamak lazım...
Kanada'da yaşanmış bir başka hikaye ise şöyledir;
İhtiyar bir adam ekmek çalmaktan tutuklanıp mahkemeye sevk edilmişti. Yaşlı adam mahkemede "Çok acıkmıştım neredeyse açlıktan ölecektim, başka çarem yoktu" diyerek suçunu tiraf etti.
Mahkeme sonucunda hakim şöyle dedi;
- Hırsızlık yaptığını biliyor ve itiraf ediyorsun. Bu durumda, ben de seni on dolar tazminat ödemeye mahkum ediyorum. Fakat bu parayı ödeyemeyeceğini bildiğim için, senin yerine ben ödeyeceğim.
Duruşma salonunda herkes susmuştu, hakim cebinden on dolar çıkardı ve ihtiyar adamın tazminatı olarak hazineye götürülmesini istedi.
Ardından ayağa kalktı ve salondakilere hitaben;
- Hepiniz suçlusunuz ve her biriniz benim gibi on dolar ceza ödemelisiniz. Zira, sizler öyle bir şehirde yaşıyorsunuz ki, ihtiyar bir adam açlıktan hırsızlık yapmak zorunda kalıyor.
Duruşma salonunda 480 dolar toplandı ve toplanan parayı hakim ihtiyar adama verdi. Son olarak da sözlerine şunu ekledi.
- Eğer medeni insanların yaşadığı bir şehirde fakir görürseniz, bilin ki o şehrin yöneticileri halkın malını çalıyorlardır...
Şimdi bazı kişiler bu hadiselerin yaşandığı ülkelere kafayı takıp, "Yahu, bize en çok insan hakları ihlalinin gerçekleştiği ülkelerden mi örnekler veriyorsun? Onlar önce kendilerine baksınlar" gibi ezbere laflar edebilirler. Ben de onlara diyorum ki, "Vazgeçin şu parmağa takılıp kalmaktan, siz parmağın işaret ettiğine bakın".
Yasalara uymak zorunluluktur, amenna. Fakat, meşru olmayan şeyler yasa olmaya başlamışsa, işte o zaman kalpler incinir, vicdanlar kanar...
Bu konuda, internette gezinirken gördüğüm şu söz bana çok manidar gelmişti;
"Bir ülkede yasal olanla, meşru olan arasındaki fark ne kadar az ise, o ülke o kadar adil, demokratik yönetiliyor, refah daha yüksek ve en alttakiler de refahtan payını alıyor demektir"
Peki, meşru olanı yasal hale getirme kudretine sahip olanlarda öncelikle bulunması gereken hasletler nelerdir?
Hiç şüphesiz ki adalet duygusu, merhamet ve vicdandır...
Ne diyordu Rahmetli Necip Fazıl "Reis Bey" adlı eserinde;
"Merhamet, hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz iksir. Baş aşağı bir cemiyeti baş yukarı edecek bir kudret. Hepimiz, bütün insanlık buz çölünde yol alıyoruz. Aldığımız nefesler bile sipsivri kayalar şeklinde donuyor. Bakarken gözle bıçaklıyor, dinlerken kulakla zehirliyoruz. Damak kirletiyor, el solduruyor.
Bütün bunların kanunlarını bilmiyoruz da, kanun çıkarmaya kalkıyoruz. Olur mu hiç? Sen kaplanı yetiştir, besle, sonra pençe atıyor diye kement at, ipe çek. Yazıktır kaplana, günahtır kaplana. Merhamet..."
Her yerde adalet lazım; sokakta, pazarda, evde, devlet dairesinde vs. Fakat en çok da yasalarda ve mahkemede adalet lazım. Çünkü, devlete güvenin tesisi ancak yasalar ve mahkemelerde tecelli eder. Bunun için de adaletli, merhametli ve vicdanlı siyasilere, bürokratlara ve hakimlere ihtiyaç vardır...
Bize, "Kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa koyunu, Gelir de adl-i ilahi Ömer'den sorar onu" anlayışına ve inancına sahip adamlar lazım...
Hiç şüphesiz ki, bazen kanun yerine vicdanlarının sözünü dinlemek durumunda olanların, öncelikle kendilerinin vicdan sahibi olmaları elzemdir. Bırakınız vicdanlı olmayı, kanunları bile uygulamaktan aciz olanlardan iyilik ve merhanet beklemek boşa heves etmekten başka birşey değildir...
Esen Kalın...