İnsanoğlunun fıtrattan gelen bir özelliğidir acelecilik.
Ardımızdan kovalayan varmış gibi, hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındayız. Kaçınılmaz son olan ölüme, adeta koşarcasına gidiyoruz. Yaşarken koşmaktan görmeye vaktimiz olmadığından, öldüğümüzde "Dünyada neler gördün" diye sorulsa, korkarım ki verecek cevap bulamayacağız...
Ne acıdır ki bir şeylere yetişmeye çalışırken kaçırdıklarımızın kıymetini, ancak yol bittiğinde anlıyoruz. Mesela yaşlanınca anlıyoruz gençliğin kıymetini ve hayıflanıyoruz boşa geçen yıllara. Cemal Süreya'nın "İnsan herkese yetişir de, kendine geç kalırmış” dediği gibi, bir yerlere yetişmek uğruna koşuştururken ne yazık ki her defasında kendimize geç kalıyoruz. Yolun sonunda da, yazar Mehmet Ercan'ın dediği gibi, “Yol değil ben bittim, zaman değil ben geçtim" demek kalıyor bizlere...
Bir zamanlar, "Tavşan gibi değil, kaplumbağa gibi yaşamak lazım bu hayatı" diye bir söz duymuştum. Sözün manasını yaş aldıkça anlamaya başladım;
Bu söz, "Yavaşlık, mutluluğun anahtarıdır" sözünü düstur edinerek, hayatın hızlı temposuna ve koşuşturmasına kapılmadan, içinde bulunduğun anın tadını çıkararak, stressiz, sakin ve bilinçli bir şekilde yaşamamız gerektiğini anlatır.
"Merdiven" isimli şiirinde Ahmet Haşim, "Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden/Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak/Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak" diyordu. Şiirde bahsi geçen merdiven hayat merdivenini, eteklerde bulunan yapraklar ise insan hayatından eksilen günleri anlatmaktadır.
Madem ki ömür denilen şey sayılı nefes, madem ki dünya bir deniz ve insan da bu denizde bir yolcu, o halde aheste çekmeli kürekleri ve batırmamak lazım gemileri...
Tencereyi bile ocakta yavaş yavaş ustaca kaynatmak gerekir; delice kaynayan tencerenin pişirdiği yemekten hayır gelmez...(Hz. Mevlana)
Ey tez canlı, aceleci, ham kişi! Bir dama bile bir merdivenle basamak basamak çıkılır...(Hz. Mevlana)
Dikkat ve temkinli hareket etmek Allah’tan, acele etmek ise şeytandandır...(Hz Muhammed S.A.V)
Özellikle büyük şehirlerde insanların hep bir koşuşturma içerisinde olduğunu görürsünüz.
Hırsları, sıkıntıları, açmazları, üzüntüleri ve kaygıları olan milyonlarca insan çılgınca koşuştururken, hiç kimse yanından geçenleri fark etmez bile. Biraz yavaşlaması ve hatta zaman zaman durması gerektiğini ancak savaşlar, hastalıklar, kıtlıklar, depremler gibi
felaketlerle öğreniyor insan. Oysa ki uyanmak için felaketleri beklemeden, bazen bir mim durağında durup nefes almak gerek bu hayatta...
Şimdiye kadar hep acele etmenin zararlarını anlattım.
Buna karşın, bazı durumlar vardır ki acele edilmesi faydalı ve hatta zorunludur. Mesela iyi güzel ve hayırlı işlerde acele etmek lazımdır.
Bunun gibi, misafir gelince ikram yapmakta, vakti girince namazı kılmakta, günah işleyince tövbe etmekte, gençleri yaşı gelince evlendirmekte ve cenazeyi defnetmekte acele etmek gerekir...
Yazımızı MÖ 2000 Yılı’na ait olduğu söylenen meşhur “Hitit Duası" ile bitirelim;
Tanrım, beni yavaşlat!
Aklımı sakinleştirerek, kalbimi dinlendir. Zamanın sonsuzluğunu göstererek, bu telaşlı hızımı dengele.
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret. Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kedi okşayabilmek için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret. Her gün bana kaplumbağa ve tavşan masalını anlat.
Hatırlat ki, yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim. Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması, yavaş ve iyi büyümesine yüzündendir.
Beni yavaşlat Tanrım!
Köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et. Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlam olarak yükseleyim.
Tanrım!
Bana, değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret, değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için sabır, ikisi arasındaki farkı bilmek için akıl ve beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak dostlar ver...